top of page
Ara

Portakal

Emre Öztürk

Yorgun ve bilhassa susuz geçen bir günün akşamında çekildiğini düşün odana. Ayaklarında bir sızı, başlarında atalet ve o kupkuru dudakların. Suyla çok aran olmadığını ikimiz de biliyoruz ama şöyle serin soğuk bir şeyler ne de hoş dindirirdi o boğazındaki bir yutumluk sahra’yı. Dilindeki büzüşme artık acıyan yutağına eşlik ederken birden hatırlayıverdin, çantandaki portakalı. Adeta bir kiler misali çantanın, elindeki turunc’u ne denli serin tuttuğunu ona dokunur dokunmaz anlayıverdi parmakların. Ve parmaklarına geçen serinliğin ıslaklığını hayal etti dudakların. Onlar canhıraş hayallenedursun, etrafında ne bir bıçak ne bir çatal ne de bir tabak vardı portakalı koyacak. Ama bunlar susuzluğu dinmiş dudakların lüksleriydi, senin gibi çatırdamaya 5 kalanların değil. Önce parmaklarını gezdirdin avının üzerinde ve daha onu yemeden o serin kabuğunu suratına koydun belki birkaç saniye, dinginledin. Ve sonra tırnakların gezmeye başladı turuncunun üzerinde. İçindeki sarıyı almak için zayıf bir boşluk aradın gezintinde. Tırnaklarını saplamanla beraber koku taneleri kapladı portakalın başından senin baştan aşağını. Ve burnun girdi devreye duraksadın, susuzluğundan önce havada değişen o taze portakal kokusunu duydun ciğerlerinde. Barbar değildin nası olsa, portakal yemenin de bir adabı vardı değil mi? Öyle olmalı ki kopardığın kellesini masan kirlenmeyecek şekilde yerleştirdin ve dizdin teker teker üstüne portakal kabukları. Sıra geldi artık yaşam kaynağını özümsemeye, beyazlar içine saklı o sarı pınarı kana kana içmeye. Parmaklarınla ayırdığın vakit dilimleri irkiliverdin bir an, çünkü yırtılan dilimlerden taşan sular karşıladı gözlerini. Senin kadar susuz birisi için hiç ama hiçbir damlası ziyan olamazdı ve olmayacaktı katiyen bu damlaların. Parmakların, tırnakların ve burnun iş bölümünü bir de diline devretti ki o kıvraklığıyla normalde ulaşamayacağın yerlere ulaşsın ve özümsesin her bir taneyi. Bir süre çeşitli kıvraklıklar ve belki danslar eşliğinde tekrar kuruttun portakalı, ve tekrar bir lokma aldın ve tekrar sızdırdı ve tekrar koyuldu göreve dışardaki dilin. Günün sonunda portakal kalmadı ortada tabi. Sen portakalı “bitirdiğini” sanarken aslında portakal seni “bitirmişti”. Susuzluğun dindi onu yerken. Dudakların rengini hatırladı, dilin artık büzüşmemiş ve boğazında artık sahralar kalmamıştı. Günler geçti tabi utandı portakallar ve artık gözükmez oldu çantanda. Sen su içmeye döndün geri, tatsız, kokusuz, şeffaf dokunamadığın o suyu. Senin susuzluğun o portakalı unutmadı belki ama, mevsimlerden bahar oldu; portakallarsa unuttu seni.

 
 
 

תגובות


© Copyright

© 2023 by Turning Heads. ODTÜ Genç Yazarlar Topluluğu

bottom of page