BÖLÜM 1
Lucy üzerindeki gri, eskimiş kayak montuna iyice sarıldı ve ela gözlerini kısarak uzaktan gelen seslerin kaynağına baktı. İri yarı, kıllı ve oldukça gürültülü 5 tane yaratık onlara doğru olabildiğince hızlı koşuyorlardı. Onları daha erken bulmadıklarına şaşırıyordu Lucy. Onlarla savaşmayacaklarını biliyordu, henüz o kadar enerji toplamamışlardı, üstelik yaraları da tam olarak iyileşmemişti. Gerçi ne zaman tam olarak iyileşiyordu ki?
Uzun süredir onların evi olan mağaranın içine doğru eğilerek bağırdı. “Geliyorlar, James. Acele et!”
James “Bitmek üzere.” diye seslendi içeriden.
Kendilerini ne kadar güvende hissettirmese de korunmalarına yardımcı olan buzullardaki bu mağara, Fundamenta’nın soğuk iklimli kısımlarından sadece birinde bulunuyordu. Ve şu anda boş olan bu mağara muhtemelen geçen ay, son olaylardan sonra zaman kavramları hemen hemen yok olmuştu, öldürdükleri bir Draconis’e* aitti.
Lucy eğilerek, mağaranın çıkışına bıraktığı yayını ve ok çantasını alıp sırtına taktı. Bu sırada James de mağaranın içine yığdıkları eşyalarını toplamış bir şekilde mağaradan çıktı. Üzerinde kalın bir kayak montu ve onu sıcak tutmamasına alıştığı dar paça pantolonu vardı. Kahverengi saçlarını da geçen hafta geçtikleri yıkık şehirdeki çöp yığınlarının içinden bulduğu mavi şapkanın altına sıkıştırmıştı. Elinde ise uzun zamandır onun yoldaşı olan uzun kılıcı kar tanelerinin yansıması içinde parlıyordu.
“Hadi.” dedi Lucy’e, elindeki iki çantadan birini ona uzatırken.
Lucy hiçbir şey söylemeden, çocuğun uzattığı çantayı alıp omzuna astı ve başını salladı. Yorulmuştu. Sürekli kaçmaktan, sürekli bu şekilde yaşamak zorunda olmaktan. Artık sevdiği adamla birlikte normal bir yaşam sürmek istiyordu. Ama bunun imkansızın da ötesinde olduğunun farkındaydı.
Mağaranın arka tarafındaki çöle doğru koşarken aklından bunlar geçiyordu kızın.
Buzullardan çöle açılan o sınıra yaklaştıklarını fark etmişti iki genç de. İkisi de koşuşlarını hızlandırırken bir yandan da üzerindeki kalın montları çıkarmaya başladılar. Üşümüşlerdi ama ikisi de birazdan girecekleri bunaltıcı sıcağın bunu fazlasıyla telafi edeceğinin farkındaydı.
Lucy dönüp arkasına baktı. Yaratıklar mağaranın önüne gelmişlerdi bile. Adımlarını hızlandırdığı sırada vücudu ufak bir titremeyle sarsıldı, sınırı geçmişlerdi. Artık ayakları sert buza değil, bastıkça içine göçen sıcak kuma basıyordu. Hava ise birden 50 derece kadar ısınmıştı. Bu ani hava değişikliğine rağmen hızlarını kesmeden koşmaya devam ettiler. Çölün içerilerine doğru koştukları sırada, değişen yaşamlarını düşünüyordu genç kız. Daha bundan iki ay öncesine kadar normal olan yaşamları bir gecede nasıl değişmişti öyle?
İki evrenden biri olan Fundamenta’da yaşam hiçbir zaman kolay olmamıştı ama bir düzen vardı. Canavarlar öyle istedikleri gibi rahat rahat dolanamazlardı sokaklarda. Bunun sebebi ise, Tanrılar’dı. Burada yaşayan insanlar tüm farklılıklara, tüm o savaşlara ve yaratıklara ragmen burada yaşarlardı. Burası onların eviydi ve onu korumak için Tanrıların da kendilerinin de ellerinden geleni yapacağını bilirlerdi. Ama insanlar nereden bilebilirdi ki, Tanrıların bir gecede ortadan yok olacağı?
Tanrıların aniden hiç var olmamış gibi yok olduğu o gece, ne yazık ki, canavarlar ne olduğunu insanlardan daha kısa sürede fark etmiş ve bunu kendileri için bir avantaja çevirmişlerdi.
Koskoca evren çok kısa bir sürede yerle bir olmuştu. Çıkan savaşlarda, ki bunlar ne yazık ki pek uzun süreli savaşlar değillerdi, şehirler yıkılmış, birer harabeye dönüşmüştü. Her şehrin farklı yerleri, farklı yaratıkların hükmüne girmişti. Her şehrin içinde yaşayan farklı türden yaratıklar kontrolsüzce artmış ve yeni, tehlikeli versiyonlarının ortaya çıkışına olanak sağlamıştı.
Fundamenta’nın düzeni bozulmuş, hemen hemen her 15-20 kilometrede bir iklim değişir olmuştu: Bazı yerler çöle dönüşürken, bazı yerler buzullara dönüşmüştü. Lucy sebebinin Tanrıların yok olurken açıkta bıraktığı aşırı enerji ve güç olduğunu düşünüyordu.
O gün kendilerine gelme fırsatını ilk yakalayanlar kontrolü ele almaya ve tüm o yaratıkları def edip evlerini korumaya çalışmışlardı. İşe yaramıştı, belki az yaratığın geldiği ufak bölgelerde. Ama ne yazık ki geri kalan yerler kanlı savaşların sonunda insanların kahramanlar olarak öldüğü ve yaratıkların kazandığı bir savaş alanına dönüşmüştü. Bu insanlardan geriye kalanlar da Blatta’ya kaçmaya başarmıştı. Lucy ve James çok kısa süre tereddüt etmişlerdi, gerçekten çok kısa bir süreydi. Kalıp savaşmak ve gitmek arasında kaldıkları bu ufak tereddüt, bunun için bir çözüm olmadığını fark etmeleriyle bitmişti.
Ama ne yazık ki çok geçti… Blatta’ya kaçmak için çok geçti. Kendilerini birden Fundamenta’da geriye kalan son insanlar olarak bulmuşlardı. Belki en cesur, belki de en salak son iki kişi… Ama önemi yoktu; onlar hala son iki kişiydi ve yaratıkların bakışlarını sürekli üzerlerinde hissediyorlardı. Bazıları onları öldürmek istiyor, saldırıyordu; bazılarıysa sadece izliyor ve gitmelerine izin veriyordu. Ve onları onları en çok korkutan bu türlerdi.
Lucy sadece iki çocuk olarak iki aydır hayatta olmalarının büyük bir şans olduğunu düşünüyordu. Bu şansın uzun, oldukça uzun bir süre onlarla olmasını umuyordu. Çünkü kaçamazlardı, Blatta’ya geçmek için geçidi açtıkları anda canavarların da peşlerinden geleceklerinden hiç şüpheleri yoktu. Blatta her şeyden habersiz yaşayan insanların yaşam alanıydı, sıradan ölümlülerin ve masum insanları tehlikeye atmaya hiç niyetleri yoktu. Ne kadar kendileri de en az onlar kadar masum olsa da…
Comments