top of page
Ara
Zeynep Aryaman

Rena 1

#1# (Yabancı sözcük kaynağı: İspanyolca)

“Bir varmış... Bir yokmuş... Evvel zaman içinde göklerin üstünde insanların algılayabilecekler-“

“Anne...” diye sızlandı küçük çocuk. “Tekerlemeyi uzatacaktın hani.”

“Ama oğlum, o tekerlemeler çok saçma. Hem zaten çok tekerleme bilmem ki.”

“Anne, Saru’dan duyduklarını anlat o zaman, nolurr!”

“İyi peki, peki. Şimdi ne diyorduk, bak aklımı karıştırdın yine küçük adam, mutlu musun?” diye sitem edercesine kızdı kadın, çocuksa sadece keyifle kıkırdadı.

“Hah! Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler berber iken ben anamın beşiğini şangur şungur salla-“

Küçük çocuk kıkırdayarak kesmişti bu sefer de annesini. “Annee, şangur şungur değil o.” dedi ama cümlesini tamamlayamadan tekrar gülmeye başladı. “Tıngır mıngır.”

Kadın hafif bir gülümsemeyle sitem etti. “Benden daha iyi biliyorsun işte, hem ne olacak sanki şangur şungur olsa. Neymiş efendim tıngır mıngırmış. İyi peki, öyle olsun.. Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bunu bize anlatan sonunda kerevetine çıkan babammış. Bir zamanlar göklerin üstünde, insanların algılayabildiklerinin çok üzerinde, hüzünlü bulutların karanlığa gömülmüş gizemlerinden biri de içinde ilahi varlıkları gizleyen şehirmiş. Şehrin adı, yeniden doğuş anlamına gelen, Renacimiento’ymuş.”

“Bunun kısası vardı, değil mi anne? Neydi o?”

“Rena dermiş herkes şehre, ismin çok uzun olduğunu düşündükleri için. Halbuki şehir tıpkı adı gibi uzun ve kudretliymiş. Rena’yı var eden o ilahi varlıklar ise Tanrılar ve Tanrıçalar’mış. Güneş’in taşıdığı kudretle parıl parıl parlaması gibi parıldarmış onların tenleri de. Akla hayale sığmayan, isteyip isteyebilecekleri her forma bürünmelerini sağlayan esnek kemikleri ve bir damlası dahi insana hayat veren altın rengi kanları ile adeta bir mucizelermiş.

Bu Tanrı ve Tanrıçalar’dan bazıları insanların arasına inmekle ilgilenmez garip bir gizem içinde onlarla oynamayı severmiş. Bazıları ise ellerine geçen her fırsatta aşağı inerek kendisinin binde biri bile olmayan o insanlara tüm gücünü ve kudretini göstererek insanların akıl sağlıklarıyla oynarken, şöhretlerine şöhret katarmış. Ama bu Tanrı ve Tanrıça’ların hiçbirine ne tam anlamıyla iyi ne tam anlamıyla kötü diyebilirmişsin.

Sadece, bazıları içlerindeki cömert ve merhamet yanlısı sese kulak verirken bazısı içlerindeki hırs duygusuna yenik düşerek onu daha çok güce götüreceğini düşündüğü sese kulak kabartırmış.

İşte Rena’da hayat böyleymiş ama hiçbir şeyden asla tam olarak tatmin olmayan ölümsüzler, zaman geçtikçe monotonlaşan yaşantılarından çok sıkılmışlar. Ve bu sıkıntının sonucunda büyük bir kavga çıkmış aralarında...”

Kadın anlatırken girdiği ufak transtan çıkarak gözleri kapanmak üzere olan oğluna baktı. Küçük çocuk büzdüğü dudaklarıyla birlikte, yumruk yaptığı elleriyle gözlerini ovuşturarak uyanık kalmaya çalışıyordu. Çok seviyordu annesinin anlattığı masalları ama en çok da bunu. Sanki annesinin içine ruhunu kattığını anlar gibiydi.

“Hadi bakalım, minik adam. Hikayenin devamını sonra anlatırım, şimdi uyku zamanı.”

Küçük çocuk halsizce sızlandı. “Hayıırr! Anne, anlaat.”

Kadın oğlunun bu yorgun halinden faydalanarak onu yatağa doğru yatırırken kenara doğru açılmış olan yorganı çocuğun üzerine örttü.

“Söz yarın anlatacağım devamını. Ama artık dinlenmemiz lazım.”

Çocuk kapanan gözleriyle iyice yatağa yayılırken kadın iç çekti. Oğlunun başını bir öpücük bırakarak içine çekti, mis kokusunu.

Küçük adamı bırakabildiğinde usulca ayağa kalktı, bakışları odanın hemen ilerisindeki yatağa kaydı. Büyük oğlu, çoktan uykuya dalmış hatta yatağı dağıtabilmişti bile. Adımlarını o tarafa doğru çevirdi. Yatakta yan dönmüş, hafif aralık dudaklarıyla derin bir uykudaki oğlunun nemli kıvırcık saçlarını okşadı yatağın yanına dizleri üzerine çömelirken. Burnunu oğlunun boynuna dayayıp içine derin bir nefes çekerken fani ruhların nasıl böyle bir kokudan mahrum yaşayabileceğini düşündüğüne hayret ediyordu. Sırf her günün sonunda oğullarının insanların ‘cennet kokusu’ diye tarif ettiği o kokusunu içine çekebilmek için bile yaşadığı her şeyi sineye çekebileceğini düşünüyordu.

Sonra kapalı olan gözlerini açıyor, oğullarının kokusunun etkisinden çıkarak gerçek dünyayı görüyor ve sineye çekemeyeceğini hatırlıyordu. Asırlardır yaşanan onca acı, kulağına ulaşan onca feryat bir anda silinemezdi. Silinmemeliydi de zaten; insanların üzerindeki acısı hafiflerdi belki zamanla, belki unuturdu insanoğlu. Ama o unutamazdı.

Bu yaşlı dünya bir sürü acıya tanıklık etmişti, hepsi de kendileri yüzündendi.


13 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


© Copyright
bottom of page