“Neredeyse her şey hazır….”
Yazı masasının üzerine koyduğu kağıtlarını ve kalemlerini bir kere daha kontrol etti,
susadığında içmek için hazırlamış olduğu bir bardak su ve uygun bir arka plan müziği
gerekirse diye aldığı hoparlörünü de masanın köşesine yerleştirmişti. Açık bej rengiyle boyalı
duvarlara hafifçe gözünü gezdirerek odasının temiz havaya açılan, yatağıyla masası arasındaki
tek pencereye doğru beklentiyle dolu bir bakış daha attı, sonra da gözleri saatine doğru kaydı.
İlham perisi her an gelebilirdi. Gözleri pencereden şehrin ona açılan parçasına bakarken
birden aklına henüz onun için meyve suyu koymadığı geldi, eliyle alnına vururken “Bir şeyler
unuttuğumu biliyordum,” diye söylendi kısık bir sesle, ardından telaşlı adımlarla bir bardak
elma suyu koymak için odadan çıktı.
Mutfakta bardağı amber rengi sıvıyla doldururken aklı bugün yazmayı planladığı yazıdaydı.
Kendisi “Savaş Öykücüsü” olarak biliniyordu, pek çok güzel savaş öyküsü kaleme almış,
kendi hesabında pek çok insana savaşın yıkıcılığını ve hüznünü göstermişti. Bu seferki
öyküsüyle de yine büyük ses getireceğini sanıyordu, eli refleks olarak boynunda asılı olan,
içinden geçen bir kurşunla delinmiş künyeye gitti. Künyenin soğuk metalinin eline verdiği his
kararlılığını arttırmıştı, derin bir nefes alıp bardağı tezgâhın üzerinden aldı ve tekrar odasına
doğru yola koyuldu.
Odasının kapısına iki metre kala ağır bir şeyin yatağın üzerine düşme sesini duydu, buna az
sonra genç bir kızın aklına az önce gelmiş karanlık düşünceleri geri püskürten saf neşeli
kahkahası eşlik etti. Fark etmeden dudakları yukarı doğru kıvrılmış bir şekilde odaya girdi, o
odaya girdiği anda kahkaha birden kesildi. Karşısında az önce attığı kahkaha yüzünden
kıpkırmızı kesilmiş, yeşil saçlı ve gümüş gözlü bir kız duruyordu. Saçları omzuna kadar
uzanıyordu, üzerine ise açık yeşil renkte tek parça bir elbise giymişti, elbisenin arka kısmı iki
adet kanat çıkmasına müsaade edecek şekilde kesilmişti.
Kızla göz göze geldikten sonra kısa bir süre bakıştılar fakat kızın elleriyle kapatmaya çalıştığı
dudaklarından çıkan sesler kızın henüz gülmeyi bitirmediğini gösteriyordu. Bu işten keyif
alan bir yüz ifadesiyle hafifçe başını eğdi, kız ise artık tutamadığı kahkahasını salıverdi. Bu
manzara karşısında yüzündeki gülümsemeyi kaybetmeden bardağı masanın köşesine koydu,
yatağın baş ucuna oturdu ve kızın kahkahasının dinmesini bekledi.
Bir-iki dakika sonra kız yavaşça soluklanmaya başladı, sonra da iyi bir uyku çekmişçesine
gerinerek yatakta, yüzünde bir gülümsemeyle doğruldu. Kızın kendisine baktığını fark edince o da yavaşça kalktı yataktan ve hazırlamış olduğu meyve suyunu kıza uzattı, uzatmasıyla
bardağın ondan alınması bir olmuştu. Kız meyve suyunu kana kana içtikten sonra derin bir iç
çekti.
“Tahmin edeyim, yine şu genç karikatürist, değil mi?”
Kız neşeyle başını salladı “O kadar güzel fikirleri var ki… Ne zaman oraya gitsem gülmekten
ölüyorum…”
Bardağın dibinde kalan meyve suyunu içtikten sonra ayağa kalktı ve ona bir güzel sarıldı.
“Çok uzun zaman olmuştu, seni çok özledim…” dedi bir süre sonra kız, o da kızın
düşüncelerini paylaşıyordu.
İlham perisiyle tanışması yaklaşık iki yıl önce olmuştu. O gün, hayatında asla unutamayacağı
anlardan biriydi. Bir barda birkaç kadeh içki içtikten sonra evine doğru dönüyordu. Ruh hali,
birkaç aydır hissettiği sonsuz bir hiçlikten ibaretti, her adımda yere yatmamak için tercih
ettiği, evine giden hem en uzun hem de en sessiz yoldan yürüyordu. Hava güzeldi güzel
olmasına ama yine de rahat değildi. Yolun bu kadar sessiz olması da gürültülü olması kadar
onu geriyordu, sırtı dik, vücudu gergindi. Kahverengi deri ceketinin cebine soktuğu ellerini
yumruk yapmıştı, yara içindeki avuç içleri ellerini fazla sıktığı için yeni bir yaraya kendilerini
hazırlıyordu.
Bu kadar gergin olmasına ve etrafındaki her şeye dikkat etmesine rağmen yoldan geçen bir
kamyon, doğaüstü bir olayın nasıl gerçekleştiğini anlamamasını sağlayacak o ufak pencereyi
sağlayacaktı.
Kamyonun gürültüsü ve nedensiz yere çaldığı kornasının sesi azalırken yolun kenarında yere
yatmış, tortop olmuştu. Başı ellerinin arasındaydı ve sımsıkı yumulu gözlerinde gözyaşı
damlacıkları hafif hafif parıldıyorlardı.
“Aman tanrım, iyi misiniz?”
Eğer araba seslerinin ona hatırlattığı şeyden daha çok korktuğu bir şey varsa o da bu durumda yanında tanımadığı birisinin ona bu durumda yaklaşmasıydı. Gözleri aniden açılarak ayağa fırladı ve kendini savunmaya hazırlandı…
“Vay be, refleksleriniz amma da iyiymiş…”
Fakat karşısındaki kızın tuhaflığı onun dikkatini dağıtmaya yetmişti.
İlham perisiyle ilk karşılaşması bu olmuştu, o gece uzun uzun sohbet etmişlerdi ki bu onun
için son derece değişik bir deneyim olmuştu. Bunca zamandır kimse ile böyle sohbet
etmemişti.
“Bu konunun uzmanı değilim ama bence sen yazmaya başlamalısın…” demişti peri ona.
“Aynı Hemingway’in dediği gibi ‘Derdi olan yazar,’ ve görüyorum ki sen, dert açısında hiç
de fakir değilsin. Neden habersiz insanların hayatına bir pencere açmıyorsun?”
Bu sözlerin ardından evine gitmiş ve önüne bir A4 kağıdı ile taze bir kurşun kalem almıştı.
Önce bir şey çıkmamıştı, neredeyse iki saat boyunca boş kağıda bakmış, onun üzerinde
görmekten korktuğu anları tekrar tekrar izlemişti.
Ve sonra yazmaya başlamıştı, ne kadar rahatlatıcı olduğunu gördükten sonra da bırakmamıştı.
Fakat son zamanlarda hikayelerini çektiği kuyunun kurumaya başladığını hissediyordu, ona
yeni bir ilham gerekliydi. Bu ilham için de tek çareyi bu işe başlamasını sağlayan kaynakta
bulmuştu.
“Hey, sen iyi misin? Yine daldın gittin…”
İlham perisinin sözleri onu anılardan tekrar şimdiki zamana döndürmüştü. Kafasını iki yana
salladı “Ben iyiyim, kusura bakma. Eee, görüşmeyeli nasılsın?”
“Ben gayet iyiyim…” dedi kız gülümseyerek. “Bu sürede dört yazar, iki de karikatürist ve bir
de ressam ile tanıştım, hepsinin de geleceği çok parlak!” burada yüzündeki gülümseme biraz
soldu “Tabii kötü olaylar da olmadı değil. Yazarlarımdan bir iki tanesi yazmayı bıraktı, başka
bir müzisyenim de müziği bıraktı…” İçini çekerek başını öne eğdi fakat tekrar kaldırdığında
yüzünde gurur ve huzur karışımı bir duygu vardı “Fakat şimdilik bunlardan konuşmayalım, se
görüşmeyeli ne kadar da değişmişsin! Başarını ve yazdıklarını yakından takip etmeye
çalışıyordum. Seninle o kadar gurur duyuyorum ki…”
Dediklerinde samimi gibiydi ama söylediklerinin arkasında bir yerlerde tüm doğrunun bu
olmadığını hissedebiliyordu, yine de fazla zorlamamaya karar verdi. “Böyle düşünmene çok
sevindim. Şey, seni bu akşam rahatsız ediyorum çünkü son zamanlarda yazmakta zorlanmaya
başladım. Açıkçası bana bu konuda yardım edebilir misin diye sormak istiyordum…”
Kızın yüzünde ani bir gülümseme belirdi, az önceki ruh hali o kadar hızlı bir şekilde dağıldı ki
az önce üzgün olduğuna bile emin olamıyordu “Tabii ki ederim! Bakalım, başlık olarak ne
yazmışsın…”
Kız gözünün takip edemediği kadar hızlı bir şekilde yazı masasına ulaştı ama kağıda yazdığı
başlığı gördüğünde yüzündeki gülümseme soldu. Gözlerini yumdu ve hafifçe bir nefes
vererek başını tekrar ona çevirdi “Yine mi bir savaş hikayesi yazıyorsun?”
Periye biraz şaşırmış bir şekilde baktı “Evet. Neden başka bir şey yazayım ki? Ben bir savaş
hikayesi yazarıyım…”
Peri hafifçe doğruldu ve ellerini arkasında birleştirdi, aldığı poz emreden birinden ziyade daha çok söyleyeceği şeyden utanan birinin haliydi. “Ben şey diye düşünmüştüm, zaten hikaye yazmakta da zorlanıyorken belki başka tarzda bir şeyler yazmak istersin…”
“Ama…” diye karşılık verdi “Bunu anlayacağını düşünmüştüm. Yazmak beni rahatlatıyor.
Aylardır yeni bir kriz geçirmedim, pek çok savaş gazisinden destek mesajları aldım. Neden
başka bir şey yazayım ki?”
Peri hafifçe kafasını kaşıdı “Aynı pencereden zaten uzun süredir baktığın için?”
Perinin sözlerini anlayamamıştı “İyi de ben zaten insanlara önemli bir şey gösteriyorum,
bilmeleri gereken bir şey. Neden başka bir şey daha göstermem gereksin ki?”
Peri ona acıyarak baktı “Gerçekten böyle olduğunu mu düşünüyorsun?”
Kısa bir sessizlik oldu, peri yavaşça yanına geldi ve ona sarıldı, sonra beraber yatağa
oturdular. Bir süre hiçbir şey konuşulmadı, neden sonra peri “Neden bir ilham perisi oldum,
biliyor musun?” diye sordu. Soru karşısında başını iki yana salladı, peri de devam etti.
“Çünkü sanatçıların diğer hayatlara pencere açma becerileri eşsizdir. Ne şairler vardır ki aşk
acısı çekmemiş insanlara kan ağlatabilir, ne müzisyenler vardır en soğuk kanları bile
kaynatabilir… Bana kalırsa eğer büyücülerin bir mirasçısı varsa onlar da sanatçılardır…”
“Bunun benimle ne alakası var?”
“Sen bu gücü kullanırken hem potansiyelinin altında kullanıyorsun, hem de kendine zarar
veriyorsun.”
Bu cümle nefesini ondan çekmişti.
“İnsanlara kendi pencerenden bir şeyler gösterdiğin her zaman sen de o pencereden bakmak zorunda kalıyorsun ve her seferinde o anları tekrar yaşıyorsun ama geçmiş, hayatta olanların yaşayabileceği bir yer değil. Sana oradan yazmayı tavsiye etmemin sebebi yaşanmış olan şeyleri aşıp hayatına devam etmendi.” Burada yazarın gözlerine baktı hüzünlü bir gülümsemeyle “Sen zaten daha iyi olduğunu söylemedin mi? Artık insanlara yeni pencereler
göstermenin zamanı gelmedi mi?”
Yüzü asıldı “Ama ben onlara ne göstereceğim? Başka bir şey bilmem ki ben?”
“İstediğini. İstediğin duvarı yık ve belki de evrenlerdeki en mantıksız dünyaya bir pencere aç
çünkü bu bir sanatçı olarak senin en büyük gücün.”
“Bu dediğinin bir mantığı yok!” dedi en sonunda hışımla ayağa kalkarken. “Sanatçıların da
uymaları gereken kurallar vardır, nasıl mantıksız şeylere bir pencere açarım? Bu dediğin savaş
gibi bir gerçeğin bulunmadığını düşünmek… kadar… saçma…”
Sözlerinde duraksadı, gözleri aniden açıldı ve yüzünde heyecanlı bir gülümsemeyle
sandalyesine oturdu ve daha önceden yazdığı başlığı karaladı.
“Diyarlardan birinde, uzak bir köyde Tim adında bir çocuk yaşarmış. Bir gün Tim, krallıkta
hiç kimsenin daha önce yapmaya cesaret edemediği bir şey yapmaya karar vermiş, babasını
ondan alan savaşı öldürmeye…”
Yazar sandalyesinde heyecanlı heyecanlı yazarken Peri kızı hafifçe kıkırdadı ve ayaklarını
yazarın yatağının hemen yanındaki penceren sarkıtarak şehri izlemeye koyuldu.
Uzun bir gece olacağa benziyordu…
Comments