küçük bi’ afet ve yüzme bilmeden atılan gemici düğümleri
- Şevval Nur Karpuzcu
- 7 saat önce
- 3 dakikada okunur
başımdan aşağı balçığa bulandım. kendi sesim mi yine bana vuran? var mı kimse, mavi kuşlarım? hangi diyara göç ettiniz? hangi sıcak nehir akıntılarında kanat çırpabileceksiniz ha bensiz? ben çırpındıkça batarken burada göğsünüz hangi dağın ardında sızlamadan durabilecek? ah, zindan gibi bir yer burası, gökyüzü varla yok arası. kendime yoruldum ben burada, kimselere değil. beni kendime yordular ya da.
zangır zangır titriyor gövdem. verdiğim nefes, aldığıma karışıyor. köşelerim birbirine çarpıyor darlık içinde. kopup kanayan eski parçalardan çok daha fazlası olduğumu ve sokaklarda düşürdüğüm taşları gösterip, bakın benimle beraber değiller dünden itibaren ve ben yürüyebiliyorum buna rağmen, lafını bilmem kaç küsürüncü kez kendime kanıtlamaktan oldukça yıldım ya da yıldırdılar beni bi' türlü ikna olmadıklarından.
yürüdüm de ne fayda şimdi ben neredeyim kuşlarım nerede.. alenen kaybedildiğim ve bile bile kucağında kaybolduğum vakaların darbelerinden sağ çıkmaya çalışırken uzuvlarımı hırpaladım. kendi canımdan özür dilemekten de utandım artık utandım utandım. uslanmak ne bilmeden aynı hatayı yaşım kadar yapıp bugünün yenilgisinde yine dünü suçlamaktan sadece bıktım.
günün hesabını geceden kestim ben hep sebepsiz. bazen cezalandırılmaların altında saklanmaz hiçbir mazeret, bazen öyle olması gerek görüldü diye öyle solar çiçekler, vakti geldi diye erir buzullar belki ve artık ölmek lazım diye hücreler kendilerini parçalar. bunu geceye de öğrettim. burası hep gece, ona bildiğim her şeyi öğretirim kurtulana kadar.
ve asıl o parçalanmaz his döngülerindeki azametin, aldığım onca kararın ve verdiğim bunca mücadelenin teneffüssüz mesailerinde ümidini budadım sanarken meğer kökünden söktüğüm heveslerimin, ha bi' de yemin billah(!) vazgeçişlerimin, hepsinin tüm hepsinin artık inandırıcılığı bıraktığı o oksijensiz hat safhaya ulaştım. en dipteki zirvem de burası oldu işte.
kaldırımın çoktan emdiği bir damla sudan koca cehennemi dindirmesini dilerken arsız gibi,
gölgede durmayı bile akıl edemeyişimi de ah be gençlik marazı! diye diye sevdayı küçümseyişimi de kafesimdeki hâtırın bir dediğine bin pişman olduğu o ayıplı itirafları onu hayattan bezdirene dek, diyaframım çivilerle deşilene dek, her allahın günü, çağlayarak dünyalara duyurmama sebep olan o inadımı da ciddiyetine varamadığım yakarışlı selamlarımın hasretini bile sevdiğim duyarsız kalplerle yalnızca ay çökünce dans edişini de ve bunu görmenin ürpertisini de canlılığımı yitirir gibi yitirdim burada. bu son cümlemden bile daha uzun, daha kıvrandırıcıydı can çekişmem hatta.
öyle büyük bir kavgada yitirdim ki bütün sistemlerim çöktü insan bedenimde, avuçlarım tuttuğu ölü nasırdan kendine yeni bir bariyer yaptı, bütün damarlarım gözlerime çekildi, öpülen benlerim soyuldu, koklanan saçlarım doğal rengini akıttı, dudaklarım döküldü, tırnaklarım, kemiklerim de döküldü. bir teneke kesiğinin ekşi acısından hemen önce parmak parçalayan tok sesini duyduğunuz o dehşet anı var ya hah tam da o konumda yitirdim ben kendimi işte. bende kopan fırtınanın zülüfleri titretemediğini ancak idrak edebildim yine kendi kendime aldığım yaraya bant ararken. tam çekmeceme ulaşacaktım ki, hay allah ki, bendeki de ne nazar, nasıl talihsizlik ki evim yarıldı ortadan ikiye! bantımı bulamadan yeniden düştüm.
duvarların duvarlarla, insanların insanlarla yaşadığı o kekremsi ayrıklaşmanın ardı arkası kesilmeyen soruşturma sürecinde, özünde ne olduğunu o yarılıkta hissettim. ayrıklaşmanın çatallara ayrıldığı yerde öylece var olurken öylece ölüverenin aslında temeli atılmamış, anlamını karıştırmış bir garip gaflet olduğunu görebildim geç de olsa, kılcallarım gösterdi kendilerinden genişçe bir utanç sızısıyla.
ben vermediğim sözleri bile tuttuğumdan, edilmeyen yeminleri kanun saydım galiba ve sanırım biraz alıklık da denebilir bu arz edilmeden sunulan mühürlü bağlara. su yoksa boğulmam sanmıştım buraya atılırken de mesela. bi düşününce ikisi de aynı yanılgı. bir an evvelinden her an daha da deneyimsizleştiğim, ters yüz edilmiş heybetli ve çarpık bi' oyunda, herkesin herkesten geçebildiği bu saydam fanusta sen kal benim sırlı opak kuytularımda, diyerek kendimi gözler önünde alaşağı ettiğimde bile bu kadar yakından görmemiştim dibi.
tekinsiz sapaklarda başkalarının rüyalarına tutkuyla daldım yüzme bilmeden. az biraz çakırlığa sırtımı yaslayıp en derininden düşer gibi bayıldım. alamet bilmeden kıyameti beklemek gibi eski kuranlarda, karnını doyuramadığım bir endişenin bahsettiği, ha şimdi gitti gidecek! gibi tetikte ve hafif uykuluların atikliğine tezat olarak yarattığım o güzelim ağır yorganlara gömülü serin sabahların 4 sularında, bi’ bana tehlikeli gelen o alık ve kırık ve beyaz güvene yalan borcum oldu sonra.
enine boyuna tüm kimliklerimin toplandığı meclisimizde kürsüye sunmadan yörüngemize yerleştirdiğim, gerçekliğin ekseninden şaşmış, bir karış havada asılı heveslerin borcunu ben kaç çöküş öyküsüyle ödeyebilirim şimdi kabuğuna hepten çekilmiş itimada?
çok karıştım ve beni uçuracak mecali demek ki kalmadı mavili ahbaplarımın. yoksa bile bile lades der gibi atlayıverirlerdi yanıma, kafesinden günbegün dökülen hatırım için. dibi bataklık bu kuyunun derinliğine de yetmiyor ki kendi yaşım! boyumu aşan sevgileri kestiler yazdığım sayfalar sayısına, artık kesildiği yerlerinden sağlam bi’ düğümleyip kendime, bi' tek kendime, yeni bir can halatı örmem lazım.







Yorumlar