Bu hayat beni yaratamaz. Seni de yaratamaz çünkü bu hayattan farklıyız. Nasıl mı anlarsın?
Doğmak gibidir, büyümek ya da izlemek.. Saçmalamak bazen yaşamın içinde, tıpkı en unutkan olduğun anlarda olduğu gibi, kulakların iyi duymazsa diye…
Seslenen, sesin olmayı seçen bir çizgi. Senden habersiz, zaman alsın diye durduğu yer kadar eksik. Onlarca düşüncenin arasında kendini saklayan bir öfke bir nefret kadar uzak. Gittiği yeri bilmeden çırpınan bir düşünce kadar yalnız.
Düşüncelerin götürdüğü yer neresi, insanların kaybolduğu ve oradan haber getiremediği yer?
Evet oradan bahsediyorum. Bu hayat seni yaratamaz çünkü bundan fazlası olduğunu kabul etmiştin doğduğun an. Hayatın içerisinde bir parça olmaktansa hayata karşı bir parça olarak görünür olmayı seçmiştin. Hatırlamıyorum, senden daha iyi değil en azından. Herkesin doğduğu günü görmek gibi bir yetenekle de var edilmedim. Ama sen kendini bilirsin, öyledir diye umut etmiştim, seni tanımadan önce. Tıpkı kendimi bildiğim günü bildiğim günden beridir kendimi bildiğim gibi seni de bilmeyi seçmiştim. Senden bir parça, dünyaya karşı bir yaşam alanı ve korkmuş ruhlar arasından kaçmış bir yaratılış hikayesinden arta kalanlardan medet ummuştum.
Öyle denmişti, ben hatırlamıyorum.
Neler hatırlıyorsun, neler gördün merak ediyorum. Herkesin hatırlaması zaman alan bir hikayesi var. Dünyaya karşı bir çıkıntı olmaktan ve bundan öncesinden bahsediyorum. Neyi seçtin? Hangi hayatı ve neden?
Bu hayat seni de beni de yaratamaz çünkü yaratılmadan önce kaçanlardan olmuştuk. Dönmemek üzere. Peşin konuştum, biliyorum yine kaybedeceğim. Bir süreç, uzun ve meşakkatli. Bir bilgiden daha fazlası, bir yaratılış hikayesi. Çoğunun hatırlayamadığı, umursamadığı. Gerçekten de umursamak yersiz. Dün dünde kalmışken ben yarını düşünebilirim, öyle demişlerdi. Her yaşamdan önce, aynı şeyi tekrar eden milyonlarca ruhun sesini duymuştum, evet sen de buna şahit olmuştun bir zamanlar tıpkı benim hatırlayamadığım günlerde olduğu gibi. Şimdi bir sadakat yeminiymiş gibi sakladığın sırları dökül, vakti değil belki, mahşer günü gelmedi elbet. Yalnız bir an, düşündüm ve dedim; bu hayat beni yaratamaz, bu hakkı ona vermiş olamam, olmamalıydım.
Seninle böylesi rahat konuşamazdım, eğer bu hayat benim tek sahibim olsaydı ya da bana senden haberler getirseydi.
Seni tanıyamazdım, buna fırsatım olmazdı.
Kendini tanımak zaman ister demişlerdi “ne zamana dönmek ve ne zamanla tanışmak gerekir” diye sormuştum. Kendinle yüzleşmek gerek elbet, bazı zamanlar vuramadığın kadar vurmak lazım ruhuna ki çıkıp gidebilsin, dikilmiş bir elbisenin içerisinden özgürlüğe doğru yol alabilsin. Bir tanışma hikayesi belki sadakatten bahsedilmeyecek bir yaşam alanı, kendinle tanışmak ya da kendinden önceki kendinle tanışmak. Selam vermek, ellerinden öpmek ve gözlerinde gözlerini görmek. Paramparça olmayı kabul etmek, daha önce hiç parçalanmamış gibi yapmayı denemek ve en iyi şekilde sunmak senden önceki senlere karşı kendini. Bana ait olmayan ancak benden olan bir geçmiş neden beni kabul eder? Beni yarattığını kabul edersem mi yoksa onu sadece benden olduğu için kabul edersem mi?
İkisinin de doğru sonuca götürmeyeceği aşikar, belki aynı yere götürebilir, daha fazlası değil.
Bir rüya, bir anlık düşün seli, kaybolmuş ruhların sendeki tezahürü, hepsi seni yaratır. Bulursan eğer, kendine ait olan bir geçmişi, hayat seni yaratmadan o kendini yaratır. Buna izin verdiğini hatırlayabilirsin.
Ben seni hatırlıyorum, seni yaratmasına izin vermediğin günü. Ben o gün doğdum.
Comments