Platon'un mağara alegorisinden bahsederek başlayalım incelememize. Bir mağarada, çukurda doğup büyüyen 3 insan düşünelim ve bu insanların hayatları boyunca görebildikleri şeyler, güneş ışığı ve mağara arasına giren hayvanlar ve bitkilerin gölgeleri olsun. Bir gün çukurdaki insanlardan biri dışarı çıkmayı başardığında, gölgelerin sebebinin aslında ışığın önüne geçen şeyler olduğunu ve aslında dışarda başka bir dünya olduğunu anlar ve ardından mağaraya geri dönerek yanında onunla beraber tutsak kalmış insanlara "gerçeği"(gördüklerini) anlatmaya çalışır. Mağaradakiler de gerçeğe dayanamayarak onu öldürürler. Yine aynı alegoride ışığın ve objelerin yapay olduğu ve kişilerin tutsak olduğu versiyonlar platondan sonra üretilmiş ama hepsinin sonu "aydınlanmışın" ölümüyle sonuçlanıyor. Kendisinin gerçeği bulduğunu, filozofların üstün olduğunu ve halka gerçeği iletmelerine rağmen hezeyana uğradıklarını anlatan narsist filozoflara her yüzyılda bir denk geliyoruz.
Bunları bir kenara bırakalım, en baştan başlayalım. Basit bir örnekle... Markete gittiniz, almanız gerekenleri aldınız ama çıkmadan önce canınız çikolata almak istedi. Neden canınız çikolata almak istedi? Çikolatayı çok sevdiğiniz için mi? O an almasanız öleceksiniz diye mi? Belki dönemin toplumunun glisemik indeksi yüksek diyetleri yaygınca tercih etmesinden sürekli atıştırmalık arıyorsunuz? Belki çikolatanın yaşattığı endorfin kafasını yaşamak istiyorsunuz? Vücut dinamiğimiz biz zihnen farkında olmadan kararlarımızı etkileyebilir mi öyleyse?
Bir adım ileriye götürelim. Liseden mezun olmak üzeresiniz, sınava girmeden önce hedeflerinizi belirlerken bir meslek seçimine itiliyorsunuz. Toplumda değer gören meslekler ve iş bulma oranları bir tarafta, aile baskısı bir başka tarafta. Seçiminizde tamamen zihnen bağımsızlığa sahip misiniz? Bunun belki kanıksanmış olmasından dolayı özgür iradenin bir parçası olduğunu hala kararları kendiniz alabildiğinizden özgür iradeye aslında sahip olduğunuzu düşünebilirsiniz. Peki ya biriyle arkadaş olmak istediğinizde etrafınızdaki herkes kararınız üzerine eleştiride bulunsa ve bütün bunlar sizi etkilese? Peki ya bu insanlar bütün kararlarınızda sürekli kulağınızın dibinde sizi etkilemeye çalışsalar? İradem yalnızca benim elimde değilse ne yaşıyorum o zaman ben diye düşündürebilir insanı.
Bir de tanrı meselesi var. Her şeyi yaratmış; öncesini, şimdiyi ve sonrasını kurgulamış biz de yaşıyoruz. Deli bir "adam" tarafından koyulmuş kurallarca işleyen bir evrende yaşamadığımız ve tanrının bize saçma gelecek herhangi bir şeyi yapmayacağı düşüncesinde hayata devam etmek ne rahatlatıcı.
Morpheus: Kadere inanır mısın Neo? Neo: Hayır. Morpheus: Neden? Neo: Çünkü hayatımın dizginlerinin elimde olmadığı fikrinden hoşlanmıyorum.
Peki ya rahat bize batıyorsa, her olasılıktan şüphe edebilecek bir zihne sahipsek? Ya duvarların arkasında Yıldızlararası filmindeki gibi ipler ve ipleri kontrol eden birileri varsa? Ya ultra gerçekçi bir simülasyon oyunundaki gelişmiş algoritmalı karakterlersek, çok iyi bir sims oyunu olurdu. Bunu anlayabilir miydik peki? Sistem biz anlamayalım diye uğramasa bile, biz anlayabilir miydik? Mağara alegorisindeki gibi hayatı boyunca gölgeleri görmüş birinin gölgelerden şüphe etmesini bekler misiniz?
"Gerçek nedir? Gerçeği nasıl ayırt edersin? Eğer hissettiğin, kokusunu aldığın, tattığın ve gördüğün şeylerden bahsediyorsan, o zaman gerçek, beynin tarafından yorumlanan elektrik sinyalleri..." Morpheus
Gündüzleri yazılımcı olarak çalışan ve akşamları bilgisayar korsanlığı yapan Thomas Anderson, kafasını kurcalayan ve uykularının kaçmasına sebep olan Matrix -bir simüle gerçekliğin- içerisinde yaşıyor olma ihtimalinin gerçekliği hakkında bilgi edinmek için dönemin nam salmış aranan büyük hackerı, kod adıyla; Morpheus'u aramakta. Bu arayışı sırasında bilgisayarında beliren "Beyaz tavşanı takip et." yazısını gören Neo kod adlı hackerımız Mr Anderson, mesajın hemen ardından kapısını çalan ekipteki beyaz tavşan dövmeli kızı fark ederek onlarla birlikte partiye gider. Olaylar gelişir ve Neo bir şekilde Morpheus ile tanışır. Morpheus ona matrix'ten ve yaşadığı dünyanın gerçek olmadığından bahseder. Kırmızı ve mavi hap arasında seçim yapmasını ister, eğer kırmızı hapı seçerse ona tavşan deliğinin ne derinliklere ulaştığını göstereceğini ama orada göreceklerinden sorumlu olmayacağını ve onu kötü şeylerin beklediğini söyler. Eğer bunu istemiyorsa mavi hapı alıp bütün bunları unutabileceğinden bahseder.
Kırmızı hap alınır. Hap sayesinde, insanlığı kendi özel pillerine çeviren makinelerin tarlasında Neo'nun tutulduğu kapsül bulunur ve oradan çıkarılışıyla gerçek dünya ve matrix hakkında daha çok bilgi edinmeye başlarız Neo'ya yapılan anlatım aracılığıyla. İlk kimin saldırdığının bilinmediği ve yapay zekanın büyük bir güç olduğu gelecek hakkında bir diğer bildiğimiz şey güneşi karartanların insanlar olduğu. Güneş enerjisinden beslenmesinler diye gökyüzünü karartan insanlık, makinelerin enerji üreteçleri olmaya mahkum olurlar.
İlk filmin geri kalanında ve diğer filmlerdeyse bu fikirleri detaylara dökerek on numara bir kurgu yakalanmış ama ne yazık ki filmi çekenler amerikalı olduğundan, edgy kıyafetler, anlamsız uzun dövüş sahneleri(2. filmin tamamı), seçilmiş kişi ve protagonistin, izleyen imrenip katarsis yaşasın diye süpermenlik yapması herkesi kurtarması ve olağanüstü-çelişkili güçlere sahip olması gibi ne kadar gereksiz şey varsa bu seride. Ve genel kanının aksine 2. ve 3. filmi çekecekleri zaman gelmiyor bunlar akıllarına, ilk filmde neo için süpermen kafasının kurulup geliştirildiğini açıkça görebiliriz. Matrix'in animasyon serisinde ortaya çıkarılana göre sistemde bir anomali olan kahin, Neo'daki potansiyeli görerek ona "seçilmiş kişi" koduna sahip kurabiyeyi yediriyor. 3. filmin son sahnesinden de anlaşılacağı üzere aslında sistem içerisinde dönen savaş kahin ve mimar arasında dönüyor. Ama yine de Wachowski kardeşler kendilerini Neo'yu gerçek dünyada da süpermen yapmaktan alıkoyamıyorlar(bkz. Neo'nun saldıran sentientları düşünce gücüyle yok etmesi-pardon ellerini falan da kaldırıyordu). Bence aslında Wachowski kardeşler iyi bir film serisi yapmamıştır, sadece 1. ve 3. filmden kenara koyabileceğimiz 5-6 tane OLAĞANÜSTÜ sahne yapmıştır, gerisini de mahvetmişlerdir. Gariptir ki bu olağanüstü sayılacak sahnelerde yönetmenlik, dekor, kamera ve oyunculukta zirveleri görüyoruz filmde. Kamerada simetri, bazen gotik bazen dijital ortam, morpheus'un oyunculuğu ve matrix'e dair bilgileri repliklerle açıklamasına rağmen diğer olan her şeyin gösterilmesi.
“Gerçek olduğundan emin olduğun bir rüya gördün mü hiç, Neo? Eğer o rüyadan uyanamazsan ne olur? Rüya alemi ile gerçek dünya arasındaki farkı nasıl ayırt edersin?” Morpheus
Sıra geldi 4. Filme, kendim dahil bu filmi bitirmeyi başaran herkesi sabırlarından dolayı tebrik ediyorum. Önceki filmlerde iyi olan her şeyin bu filmde yok sayıldığını, tamamen aksiyon filmine döndüğünü (2. filmden de beter) ve Wachowski'lerin yaratıcılıklarının 0 olduğunu görüyoruz. Madem stüdyo zorladı 4.'yü çekmek zorunda kaldınız, neden doğru dürüst bir fikirle çekmiyorsunuz!? Elinizde Mr Anderson deli, her şeyi uydurdu ve uydurmaya devam ediyor diye olağanüstü bir malzeme varken ve seyirciyi sürekli şüphede bırakabilecekken, ki aynı zamanda duygusal olarak da yıpratabilecekken, bunu kullanmak yerine gidip süpermen kafasından devam edip bu filmi de batırdınız ya, alkışlıyorum.
Buradan Jessica Henwick'e son filmi izleyebilmemde yardımcı olduğu için teşekkür ediyorum, kendisi bu filmde olmasa çekilmezdi. Genç Yazarları okuduğunu biliyorum Jessica, seviyorum seni.
Spoilers!
Comments