top of page
Ara
Master Riziul

Asıl İstediğim

“Büyü oğlum artık, bırak şu çocukça işleri!”


Kapıyı hızla kapatırken arkasındaki odadan gelen kadınlı erkekli alaycı kahkahaları duyabiliyordu.


Kapı kapandıktan sonra bir süre elini kapı kolundan çekemedi, öfkeden hâlâ titriyor, alay edilmesinden dolayı gözlerinin kenarında birikmiş tomurcuk yaşların serbest kalmaması için büyük bir çaba sarf ediyordu. Bir süre derin ve kontrollü bir şekilde nefes aldı, gözlerini yukarıya bakmaya zorladı. Fakat içeriden gelen gülmeler hâlâ kesilmemişti, akıl sağlığını korumak için yavaşça kapıdan uzaklaştı. Eli, asla var olmamış olmasına rağmen adeta okumayı ilk öğrendiği andan itibaren ona eşlik etmiş olan belinde asılı kılıcın topuzuna gitti, kulakları adeta hiç giymemiş olmasına rağmen üstünden çıkarmadığı zırhının şıngırtılarını duyabiliyordu.


Apartmandan çıkmadan önce her zaman yaptığı gibi aynanın karşısında durdu ve kendisini görüntüsüne bakmak için zorladı. Yirmili yaşlarının sonunda, 1.75 boyunda siyah saçlı ve ela gözlü bir adam da ona baktı her zamanki gibi. Üzerinde beyaz bir t-shirt, mavi bir kot pantolon vardı, t-shirt’ünün üzerine bir de kahverengi deri bir ceket geçirmişti.


Sakince soluklandı ve zihnindeki görüntünün değişmesini izledi. İşte, şimdi de gümüşi beyaz bir zırh giymiş, beline gecenin en karanlık tonunda bir kın takmıştı. Yüzündeki ifade aynıydı ama boyu daha uzundu, duruşu daha dikti. Aynadaki görüntüden elini yanlış yere koyduğunu fark edince tekrar kılıcının üzerinde olacak şekilde düzeltti ve görüntü tekrar değişmeden dışarı çıktı.


“Demek yine yalnızsın…”


İşte, yine o ses. Eve her girdiğinde garip bir şekilde ortadan kaybolduğu için onu, kendisine en mantıklı gelen şekilde gördü, yaşadığı evin tepesine tünemiş bir canavar olarak. Fakat deneyimli bir savaşçı olarak onu yenemeyeceğini biliyordu, bu yüzden duymamış gibi yaparak dikkatini topladı ve apartmanın önündeki tenha yolda ilerlemeye başladı. Bu sırada şaşırarak üstündeki zırhın yerini Western filmlerindeki kovboy kıyafetlerinden birinin aldığını fark etti, hafifçe cık ederek elini kılıcının olduğu yerden çekip kemerine götürdü, sağ eliyle de başında yine hiçbir zaman çıkarmadığı ama asla giymediği şapkasının siperliğini öne doğru eğdi.


Bugün ne konuşacak ne de etrafı izleyecek havadaydı.


Yalnızca son söylenen bile durumu çok ciddi yapıyordu çünkü en sevdiği şeylerden biriydi etrafı gözlemek. Yalnızca şu sokağa baktığında altı-yedi farklı gerçekliği üst üste görebiliyordu, gözünü her kırptığında değişiyordu sahne. Acaba bu yol Kralın sarayında yaşayan prensesine dönen mermer bir yol muydu, yoksa söz verdiği düello için beklemesi gereken toprak bir yol mu? Belki de yol bir ölüm büyücüsünün evine çıkıyordu, kim bilir?

Kafasını bu düşüncelerden kurtarmak için sağa sola salladı.


“Hah! Kafasını sağa sola sollayarak delilikten kurtulabileceğini zanneden tek deli sensindir herhalde…”


“Ben deli değilim…” diye homurdandı alçak bir sesle, hâlâ canavarın onu duymasını istemiyordu, hâlâ onunla savaşacak kadar güçlü değildi. Fakat sabrı tükeniyordu, bugün her şey ve herkes üstüne üstüne geliyordu, yakında patlayacağından endişeliydi.


Köşeyi döndü ve önünden geçen robot için birkaç saniye beklemek zorunda kaldı, tabii bu arada yolda neden aniden durduğunu anlayamayan pek çok insandan tuhaf bakışlar aldı.


“Hepsi senin deli olduğunu düşünüyor.” diye fısıldadı yaratık kıkırdayarak. “Haksız da değiller sanki. Sonuçta hangi manyak Orta Dünya haritasını yaşadığı ülkenin haritasından daha iyi bilir ki?”


İçi acıyarak bu sözün doğruluğunu kabul etmek zorunda kaldı. Hayır, harita konusunda cahil değildi ama okuduğu evrenlerdeki her yeri detaylı bir şekilde öğrenmeye gayret ederken gerçek hayata bu çabanın yarısını bile vermiyordu.


Kafasını bir kere daha salladı düşüncelerden kurtulmak için. Bu düşünceler yeni değildi ki, bu yaratık her neyse çok uzun zamandır onunla uğraşıyordu. Bir noktada bunların kendi düşünceleri olduğuna emindi ama ne zaman ondan ayrılıp farklı bir beden bulmuşlardı, bunun cevabını veremiyordu.


Yavaş bir şekilde yürümeye devam etti, hem gerçek hayatın trafiği hem de içinde olduğu robot fabrikasının trafiği birleşince ona hareket edecek pek yer kalmıyordu. Yaratığın yaptığı aşağılayıcı yorumları görmezden gelmeye çalıştı, aslında o robotların ve havada uçan araçların gerçek olmadığını pekâlâ biliyordu.


Ama onlar yokken hayat eğlenceli değildi.


Okumayı ona sevdiren onlardı, hayata yaşamaya değer kılanlar da. Her günü yaşamaya değer kılan şey bu dünyadan kopabildiği birkaç saat, güne katlanabilmesinin sebebi ait olduğu dünyadan gördüğü bu ufak sahneler değilse neydi?


Köşeyi dönmesiyle bir anda yana atlaması bir oldu, kulakları az önce bulunduğu yere düşen ve kılıçtan ziyade dev bir demir yığına benzeyen kara, metal nesnenin çıkardığı o tok sesi işitti. Hızlı bir bilek hareketiyle kınındaki kılıcını gevşetti ve ona vuran yaratığa doğru savurdu—


“Anne, bu adam ne yapıyor?”


Bir anda utançtan kaskatı kesildi ve başını yere eğerek hızlıca yürümeye başladı. Caddedeki hiç kimseye duyulmuyor olsa da kendi kulakları, acelesinden birbirine daha sık çarpan zırhının şangırtıları kulaklarını acıtıyordu. Fakat canını ondan daha çok acıtan bir şey daha vardı, yaratığın birkaç saniyedir sürmekte olan gevrek kahkahası.


Yüzü kıpkırmızı olmuştu fakat bir saniye sonra bu kızarmanın nedeni değişti.


Daha bunu ne kadar çekmek zorundaydı ki?


Daha da önemlisi neden çekmek zorundaydı?


Yavaşça havada güneşin konumuna, ardından da kol saatinden saatin kaç olduğuna baktı. Sonra, ani bir kararla, sol tarafında hiçbir yere kıvrılmadan dümdüz giden bir yola girdi, bir süredir kurguladığı kısmen çaresizce ve ham olan planı uygulamaya karar verdi. Gözlerini yere çevirdi ve dümdüz ilerlemeye başladı.


Bu garip garip hareketler yapan çocuk da kim?


Anne, bu adam ne yapıyor?


Kim bu yaşta çocuk masallarından hoşlanır ki?


Yavaşça miğferine uzandı ve onu çıkarıp yere bıraktı. Miğfer yere düşerken boş sokakta sesi yankılanıyordu, neyse ki bunu ondan başka duyan olmadı.


Sen hâlâ bir çocuksun!


Boş bir hayalperestten başka bir şey değilsin!


Bunlar sanat değil!


Zırhını bağlayan kayışları çözdü yavaşça, artık onlara ihtiyacı yoktu. Zırhı yere yavaşça düşerken onun yerine kahverengi bir trençkot hayal etti, kollarında deriden şeritleri olan, cebine ise bir söğüt ağacı işlenmiş bir trençkot. Az sonra sokakta yürürken hafif hafif esen rüzgârda dalgalanan bir ceketi olmuştu bile.


Hayatımda bu kadar kötü bir metin okumamıştım.


Bu kitaplarla daha çok uğraşırsan kaybolacaksın.


Eğer başka bir ilgi alanı bulmazsan arkadaş edinemezsin.


Aniden sokağın ortasında durdu, dizleri üzerine çöktü. Bir dakikalık bir uğraşın ardından diz zırhını çözmeyi başardı, zırhın altındaki siyah asker botları akşam güneşi altında bir an için parladı. Hâlâ belinde asılı olan kılıcını sırtına astı ve yolda yürümeye devam etti.


Birkaç dakika sonra ise yol ufak ve tenha bir parka açılmıştı.


Derin bir nefes aldı ve sakince verdi, bu parkın yerini birkaç hafta öncesinden kestirmişti. Yapacağı şey çok dramatik bir şey değildi, iyice kafayı sıyırıp onunla dalga geçen ama aslında var olmayan bir yaratığa saldırmayacaktı.


En azından gerçek dünyada.


Sonunda beyimiz ağlamak için tenha bir park buldu kendine. Merak etme… dedi yaratık, hâlâ kıkırdıyordu Yanıma bolca mendil aldım.


İçini çekti “Yeterince konuştun. Şimdi izin ver de ben konuşayım.”


Ardından gerçeklik gözlerinin önünde tekrar ikiye ayrıldı, kendisi sakin adımlarla parka geçip bir banka otururken Savaşçı ani bir hareketle gökyüzüne, canavarın olduğu yere doğru zıpladı, gümüşi kılıcı akşam güneşinin turuncu renginde alev almış gibi görünüyordu.


Ne—


Kılıcı hızla indi ve yaratık kudretli bir darbenin etkisiyle en yakındaki eve doğru uçtu, saniyeler sonra ev içine doğru göçtü. Yaratık zor bela yıkıntılardan çıkmaya çalışırken Savaşçı tekrar yere indi ve hazır konumda durdu.


“Öldürmeyeceğin şeyi asla yaralama. Haftalardır bunun için hazırlık yapıyordum.”


Sen neyden bashedi—


“Ama bu ana kadar hiçbir şey yapmadım, çünkü bunu yaparak kendime kanıtladığım şey ne olacaktı? Benimle dalga geçen birini hakkımda söylediği şeyler doğruyken bile susturan bir zorba mı olacaktım, yoksa bana yalanlarla saldırılmasına izin vermeyen bir adam mı? O yüzden söylediğin, sorduğun ve alay ettiğin onlarca şeyin cevabını vermek zorundaydım. Başka türlü seninle dövüşemezdim.”


Acıklı bir şekilde gülümsedi. “Hep yüksekten uçuyordun, daima çatılarda saklanıyordun. Kafam yere eğikken sana bakamazdım, bu yüzden utanmamayı öğrenmeliydim.”


Yaratık aniden ileri atıldı ama savaşı tek eliyle tuttuğu kılıcını tam zamanında indirerek yaratığı yere gömdü. Yaratık hızla toparlanıp tekrar ona saldırmaya çalışsa da Savaşçı bu sefer kılıcını iki eliyle tutarak yaratığın pençeleriyle kitledi. Yaratığın tüm gücüyle ittiği ama Savaşçının milim geri çekilmedi görülebiliyordu.


“Anlarsın ya, en sık aldığım eleştiri escapism eleştirisiydi. Herkes beni hayatın gerçeklerini kabul etmemekle suçluyordu, hele hele bunu çoğu insanın çocukça bulduğu hayal alemine kaçarak yapmam insanlarca hoş karşılanmıyordu.” Burada kendiyle alay eder gibi kıkırdadı “Belki de ben de Kurtlar Vadisi falan izlemeliydim, böylece bugün burada olmazdık.”


Yaratık, Savaşçının kılıcı pençelerini kesmeye başlarken inledi ve hızla kendini geriye doğru attı, ardından elini beline götürdü.


Ve sahne değişti.


Yol biraz tozlu, binalar biraz daha eski ve ahşaptandı. Yaratığın üzerinde bir panço, elindeyse bir adet altı patlar belirdi. Savaşçının görünüşünde pek bir değişme olmamıştı, yalnızca kılıcının yerine Winchester bir tüfek tutuyordu.


“İyi denemeydi ama artık utanmadığı söylemiştim.”


Yaratık inanamayan gözlerle ona baktı.


“Anlarsın ya, insanlar bununla bu kadar alay ederken bir soru sormadan duramadım: Madem kaçılacak onca yer vardı, ben neden her seferinde orayı tercih ediyordum?”


Yaratık bağırdı ve hızlı bir şekilde art arda dört el ateş etti, Savaşçı dört mermiyi de elindeki tüfekten beklenmeyecek bir hızla havada vurdu. Yaratık ona inanmayan gözlerle bakınca omuz silkmekle yetindi “Burası hâlâ hayal dünyası.”


Sahne tekrar ilk haline döndü.


“Mesele sadece bu isteğin ne kadar derin olduğuyla alakalıydı, anlarsın ya pek çok insan özel güçleri olmasını, havalı silahlar taşımayı veya şeytanlarla bu güçlerle dövüşmeyi ister sıkıcı hayatlarından ziyade. Peki, ben ne istiyordum? Bunun cevabını anlamak hiç de zor değildi. Ben belki de o hikayelerin gerçeğe hem en yakın hem de en uzak olan kısmını istiyordum: Arkadaşlarımla seyahat edebilmek, maceralara çıkabilmek veya en önemlisi tüm bunları yapabileceğim kadar güvenebileceğim arkadaşlarım olsun istiyordum.”


Savaşı birden sıçradı, kılıcı büyülü bir efekt ile bembeyaz parlıyordu. Bu hamleyi beklemeyen yaratık geri çekilmeye çalışsa da yeterince hızlı davranamadı. Kılıç onun sol omzundan çaprazlama bir şekilde keserek arkasında kandan kalın bir çizgi bıraktı.

Hafifçe gülmekten kendini alamadı.


“Sıra zırha gelmişti. Sen zırhın orta çağdaki anlamını hiç düşünmüş müydün?”


Yaratık göğsünde açılan yaranın acısından hafifçe hırlıyordu. Bundan bana ne?


“Görüyorsun ya bazı insanlara göre orta çağda zırh statü göstergesi idi, bazıları ise zırh giymenin doğal olduğunu söylüyor, sonuçta her insan canını korumak ister. Ama ben farklı düşünüyordum, madem her insan canını korumak isterdi, o halde neden bir savaş alanında okçular en az zırhlı birimlerdi? Sonradan aklıma dank etti.”


Oturduğu banktan kalktı ve ellerini cebine soktu, yüzünde uzun zamandır görünmeyen huzurlu bir ifade vardı. “Yüksek statüdeki insanlar zırh giyiyordu çünkü bir savaşta hedef alınacak ilk kişinin kendileri olacağını biliyorlardı. Bu da benim sorumu cevaplıyor, bir insan zırh giyiyorsa kendisine bir darbe gelmesini bekliyordur. Bu, savaş zamanında zırh giymeyi mantıklı kılar, peki benim üzerimde neden zırh vardı?”


Yaratık yan taraftan söktüğü direği Savaşçıya doğru savurdu ama yine doğru yere sallanmış bir kılıç darbesi direğin uzun ucunu kopardı, kopan parçasına arkasına doğru uçmaya devam ederken oluşan rüzgârı saçlarında hissedebiliyordu.


“Bu insanların kaçma eylemine bakışıyla alakalıydı sanırım. Yaptığım, daha doğrusu yaptığımız şey buydu çünkü. Dertlerimizden kaçıyorduk, sorumluluklarımızdan kaçıyorduk, korkularımızdan bazen de. Ve…”


Savaşçı kılıcını havaya doğru kaldırdı, artık iyice kararan havada kılıç bembeyaz bir şekilde parladı Savaşçı ortadan kaybolurken. Yaratık korkarak etrafına bakınıyordu.

“Bu son derece normal bir tepkiydi.”


ŞLAK!


Başka bir ışık patlamasıyla yaratık arkasındaki duvara doğru uçtu, Savaşçı ise yaratığın az önce durduğu yerde duruyordu, kılıcı en son savurduğu şekildeydi.


Seni kahrolası anti-sosyal inek!”


Omuzlarını silkmekle yetindi, şu an bu acınası haliyle ona sövmeye çalışması hakaretlerinin vuruculuğunu büyük ölçüde azaltıyordu. Saatine doğru baktı hafifçe, ardından tekrar kafasını kaldırdı “Bu dünyada hiçbir insan bilerek acıyı seçmez. Yalnızca insan değil, hiçbir canlı bilerek acıyı seçmez. Eğer seçiyorsa bu ya bir yatırımdır ya da gelecekte oluşabilecek daha büyük bir acıyı önlemek için bir güvenlik önlemidir, bir annenin çocuğu için hayatını riske atması gibi.”


Yaratık ayağa kalktı ama sendeliyordu fakat bu da bir yanılgıydı. Hâlâ çok güçlüydü, hafife alamayacağı ne mantığında ne de hayal gücünde rahat bırakamayacağı kadar güçlü.


Hırlayarak bir adım öne attı ve ortadan kayboldu, aynı anda Savaşçı da onu taklit etti. Birkaç saniye sonra iki metre önünde iki cisim çarpışmışçasına güçlü bir rüzgâr oluştu ve bu rüzgâr birkaç saniye boyunca devam etti. Rüzgâr sona erdiğinde Savaşçı hemen önünde duruyordu, Yaratık ise ondan beş metre kadar uzakta soluk soluğaydı.


“Önce bunun, yani bu rahatlığı aramak için gerçek hayattan kaçmanın zayıflık olduğunu iddia edenleri düşündüm. Anlarsın ya, ciddi insanlar… Sonra onların hayatlarını düşündüm ve pek çoğunun amaç-araç arasındaki ilişkiyi kaybettiğine ikna oldum—”


HAAAH!


Yaratık üzerine bir kez daha atladı ve sahne yine değişti, üstünde karanlık bir kukuleta ve elinde kırmızı bir ışın kılıcı belirirken Savaşçı elinde yeşil bir ışın kılıcı ve açık kahverengi bir cüppeyle onu karşıladı. Darbeyi karşıladıktan sonra birkaç saniye boyunca birbirlerini tarttılar…


“—O yüzden bunlar içerisinden gerçekten başarılı olmuş olanların da gayet tesadüf olabileceğine kanaat getirdim.” Başını eğerken gülümsedi “O yüzden artık zırhıma da ihtiyacım kalmamıştı.


Yaratık aniden öne atıldı, Savaşçıyla yaklaşık yarım dakika süren bir ışın kılıcı fırtınasına tutuştu, savaşçı yerinden milim milim oynayarak Yaratığın kazandığı alanın her zerresi için yüksek bir bedel ödediğinden emin oldu.


Nihayet Yaratık yavaşladığında tek ve temiz bir darbeyle onu, sol kolundan mahrum bıraktı.


Acı bir çığlık geceyi sararken sahne eski haline döndü.


Yaratık sol konu tutarken hırıltılı bir şekilde nefes alıyordu, bu sırada kulağı arka tarafta duran bir otobüsün sesini işitti.


Tam vaktinde.


Söylesene, bu adamı nereden buldun?!


Yaratığın sorusu karşısında gülümsemeden edemedi “O mu? O mükemmel bir insan ama aynı zamanda insanların en yalnızı. Müthiş bir şövalye ama ne hayatta ne ölümden sonra görevini tamamlayabilmiş… O krallığını yıkıma götürmüş olan harika bir kral.”


“Sen ne anlatıyorsun?! Saçmalamayı bırak!”


Yaratığın öfkesine karşı omuz silkmekle yetindi, fantastik şeylerle ilgilenmiş olmasının iyi yanlarından biri buydu. Karakter eksikliği çektiği pek söylenemezdi. Gerçi cevap verse de Yaratığın önemseyeceğini pek sanmıyordu, yaratık yorgunluktan ve acıdan bayılmamak için zor duruyor gibiydi.


Madem her şeyi anlattın, peki botlarını neden çıkardın o zaman?


Burada gülümsedi. “Bir sebebi yoktu.”


NE?!


“Bir yazarın betimlediği her karakter, her mekan ileride önemli olmak zorunda veya çok büyük bir amaca hizmet etmek zorunda değildir. Herkes günlük hayatta bazen bir ağaca, bazen bir çocuğa, kadına veya adama daha dikkatli bakabilir. Fakat bu insanlar ve nesneler illaki ileride onlar için önemli olacak diye bir kural yoktur.” Dedi ve gülerek ekledi “Sadece görünüşümü bozuyordu, trençkotun altına gitmez diye düşündüm.”


Yaratık derin bir nefes çekti, sonra kıkırdadı, daha sonra da gülmeye başladı. Acıdan oluşan delilik haliyle birlikte kahkahalarla güldü.


Ah… İtiraf etmeliyim iyi bir oyundu ama yine de kaybeden sen oldun.


Cevap vermedi çünkü yaratığın haklı olduğunu biliyordu.


Sessizsin çünkü biliyorsun. Kendi fikrini savunmak için yaptığın öneriler, akıl yürütmeler çok mantıklı ama hayat mantıklı veya adil olmak zorunda değil. Düşüncelerin bu kadar tutarlı olsa da sen hâlâ yalnızsın.


Cevap vermedi onun yerini kulaklarını iyice açarak etrafı dinledi. Uzaktan yaklaşmakta olan ayak seslerini duyunca dudakları hafifçe yukarı doğru kıvrıldı.


Her zaman yalnızdın ve yalnız olmaya devam edeceksin.


Hâlâ bilmiş bir şekilde konuşuyordu ama yüzündeki sırıtış, onun gülümsediğini görünce silinmeye başladı. Yaratığın şaşkınlığına dudaklarını oynatarak karşılık verdi “Kandırdım.”


“O yalnız değil!”


İçinde oldukları parkı üçüncü bir ses doldurdu, bir kadın sesi. Daha Yaratık ne olduğunu anlayamadan yukarıdan altın renkli bir ışık sütunu yaratığın tam üstüne düştü ve yaratık canhıraş bir çığlık attı.


Sonra da gözlerinin önünde, altın rengi ışığın altında yavaş yavaş eriyerek gözden kayboldu.

Omuzları rahatlarken tuttuğu nefesi verdi, kumarı işe yaramıştı.

Botlarını çıkarmasının gerçekten ruhani bir amacı yoktu ama bir amacı vardı. Zaman kazanmak.


Bu parka tam bu saatlerde gelmiş olmasının, yaratığı mümkün olduğunca oyalamış olmasının bir sebebi vardı.


Bakışlarını yukarı kaldırdı, elini kılıcının kabzasına koydu.


Tam karşısında, elinde ucunda haç olan bir asa taşıyan, göğsünde yine haç işlenmiş bir göğüs zırhı giyen, kızıl saçlı güzel bir kadın vardı. O kadına bakarken kadın da ona burada bulunmasını beklemiyormuş gibi baktı.


Manzara değişti ama o da, kadın da kalmaya devam etti.


Onlarca farklı evren ama aynı iki kişi.


En sonunda ay ışığı altında bulunan gerçek dünyaya açtı gözlerini ve kızın gerçek halini gördü, siyah saçları tek bir örgüyle arkasından örülmüştü, siyah çerçeveli gözlükleri ve ela rengi gözleri vardı. Belinde asılı duran çantası favori bir çizgi film karakterinin pelüş oyuncağını andırıyordu ve elleriyle otobüs boyunca okuduğu kitabı göğsüne bastırmıştı.


Kapakta Rüzgârın Adı yazıyordu.


Kızla göz göze geldiler, o da en az kendisi kadar şaşkın gözüküyordu. O ise sadece gülümsemekle yetindi.


Yüzünün uzun zamandır hasret kaldığı içten bir gülümsemeydi.

37 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


© Copyright
bottom of page