İnsanlar her şeyi bu kadar zorlaştırmak zorunda mı? Neden sadece sevgi ve saygıyla
yaşayamıyoruz? Ben mi çok empati kuruyorum, insanlar mı hiç umursamıyor? Bu soruların
ışığında sana bir hikaye anlatmama izin ver. Böylece gelecekte ne zaman birine inanacak
olsan aç bu yazıyı tekrardan oku ve lütfen, insanlara hayatında fazladan yer verecek kadar
aptal olma bir daha.
Aylar önce, bir önceki ilişkim bittikten yaklaşık 1 buçuk yıl sonra biriyle tanıştım. Aynı yerde
çalışıyorduk, tatlı da bir adamdı. O dönemde de çok bunalmıştım yalnızlıktan. Bahsettiğim
duygusal bir yalnızlık değil. Duygusal olarak arkadaşlarım zaten etrafımdaydı ve bana
gerekenden fazlasını sağlıyorlardı. Yalnızlığım daha fiziksel bir boyuttaydı. Sevginin diğer
boyutunu gözle görebilmeye ihtiyacım vardı. Aşktan da bahsetmiyorum, yanlış anlaşılmasın.
Birkaç kere işe git gel konuştuktan sonra bir akşam arkadaşlarımla otururken mesaj attım bu
kişiye. Amacım birlikte güzel bir gece geçirip yoluma bakmaktı. Böylece hem normal
hayatıma devam edebilecek hem de boşluğunu hissettiğim bu fiziksel yalnızlıktan
kurtulabilecektim. Tek bir gece bir buçuk yıl daha götürürdü beni, biliyordum.
Görüştük, konuştuk, çok da güzel vakit geçirdik. Sabah birlikte kahvaltı ettik. Daha
sonrasında, sizlere yemin ederim ki, bir daha görüşmeyi düşünmedim onunla. Bu
görmezden geleceğim anlamına da gelmiyordu. İş yerinde normalde nasılsak aynı devam
edecektik ama yaşadığımız hiçbir an tekrarlanmayacaktı. Çünkü çok yorulmuştum ben, 1
buçuk yıl da geçse tükenmiş hissediyordum hala. İhtiyacım yoktu o yüzden kimseye.
İşten dönerken hep aynı durakta inerdik. 100.yılda başka da ikimizin evine de yakın olan
durak yoktu zaten. Pazar yeri durağı. İndik. Benim oturduğum tarafta bir arkadaşını ziyaret
edeceğini söyledi. Bizimle birlikte inen diğer iş arkadaşımıza veda edip yürümeye başladık.
“Bu tarafta oturan arkadaşım yok aslında benim.” dedi bana. 11. Yıldız tarafında kimseyi
tanımıyormuş. Cümleyi duyar duymaz değişik duygular hissettim. Heyecan, korku, biraz da
merak. Sormadım niyesini, nasılını. Belli ki tekrar görmek istemişti beni. O gün birlikte
yürüdük, sohbet ettik, evin aşağısında oturduk. İşte her şey o gün başladı. Daha sonra
görüşmeler devam etti, sıklaştı, yoğunlaştı. Birlikte yürümeye karar verdik engebeli yolları.
Sonu ise kaçınılmaz oldu tabii. Ben engebenin birini aşarken kestirme bir yol gördü, tamam
demek durumunda kaldım. Haklısın o yol varken engebeden gitmek mantıklı değil. Lakin ben
zaten yolun ortasındaydım. Tam 4 gün sonra fark ettim kestirme yola çoktan girmiş
olduğunu.
Biliyordum da bunun olacağını. Çok fark ettim, çok görmezden geldim, çok zorladım kendimi. Çünkü ben hep demiştim, en başında demiştim. İstemiyorum demiştim. Benim hayatım sabit değil, ne olacağı belli değil demiştim. Zaten 2 ay sonra yurtdışına gideceğim, yokum 4 buçuk ay demiştim. Ondan sonra da ne yapacağım bilinmez, ben henüz 21 yaşındayım demiştim. İnandırdı beni. İnanasım varmış demek ki benim de. Bir şey demedim.
Daha 5 gün oldu bana şiir yazalı. Keşke yazmasaydı. O şiiri gördüğümde çok korkmuştum
zaten. Ne zaman bir adam benim için kalemini oynatsa sonum hep böyle olur. Fark
ettirmedim ama o şiir hala ödümü koparır benim. Daha da güvenmem şiir yazan adamlara.
Nazım’dan beri yalancı olurlar hep, bilirim. Kişiyi değil, sevmeyi severler çok zor yoldan
öğrendim.
Lakin hiçbir şeye kızmadım. Ben onu hep anladım. Yalnız ona mahsus bir durum söz konusu
değil, ben herkesi hep anladım. Bazen aşk yetmeyebilir. Bazen sevgi bir şeylerin ilerlemesini
sağlayamayabilir. Bu çok normaldir. Yetişkinliğin yaklaştığının en acı, en sancılı sinyalidir.
Kırıldığım birtakım durumlar oldu elbet. Bunların başında o 4 gün yaşadıklarım gelir. Bana
uyguladığı psikolojik şiddeti ayrılıkla sonlandırarak meşrulaştırması işten bile değildir.
Daha sonrasında inandırması gelir beni. Hiç niyetim yoktu inanır mısınız kabuğumdan
çıkmaya. Öyle iyiydim ki esasen. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’daki bir paragrafı düştü
aklıma, tam her şeyin ne yöne gittiğini fark ettiğim an.
“Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen, boşuna yorma derdi; boş yere
mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme
boşuna. Tedirgin etme beni. Bu sefer geride bir şey bırakmadım. Tasımı tarağımı topladım
geldim. Neyim var neyim yoksa ortaya döktüm. Beni bırakırsan sudan çıkmış balığa
dönerim. Bir kere çavuş olduktan sonra bir daha amelelik yapamayan zavallı köylüye
dönerim. Beni uyandır.”
Daha da yazmama gerek yok. Daha da anlatacak bir şey kalmadı. 7 koca ay 1 buçuk
sayfada sonlanabiliyor, onu anladım. 2 sayfaya bile sığamıyor yarım kalan hikayeler. Bunu
da ezber ettim.
Bu 1 buçuk sayfa benim yeminimdir. Bu sayfa, benim andımdır. Ne zaman inanacak olsam
birine, bu sayfa bana bir uyarıdır. Lütfen derim belki. Lütfen çıkma mağarandan.
Hayat tek kişilikken zor, iki kişiyle hiç yaşanmaz.
Unutma bunu. Lütfen.
댓글