top of page
Ara
Bedirhan Yalçın

Çeşmesarda Ünlenen

İkili, meraklı bekleyişlere kapanmış insanlarla dolu meydana geldi; kısa boylu ve alazlı gözlere, süratle gezen, dokunan, hayalinde yıkan ve kuran ellere sahip olanı yüksekçe bir çeşme taşının üstüne çıkıp sesini gösterdi kalabalığa:” Siz, şu köhne meydanda duralayan insanlar, siz şimdi beni hele bir dinleyin! Sizde bu taşın üstüne kim çıksa onu tartacak gözler görüyorum, o gözlerde yaşın yaşın kıvranan bir acı da görüyorum. Ama ıstırapları sizden uzak etmeye geldik sandınızsa öyle değil çünkü biz buraya yardım sunmaya değil, yardım istemeye geldik. İstiyoruz çünkü bir dünya var, değişmesi gerek. Öyle ki düzeni buysa saldırmalı o dünyaya ve o düzene. Öyle ki bir dünya var, o kahredici elleri kahretmek gerek. Çünkü burada dirim de bitim de bize ait, o halde yaşayacak ve yiteceksek bu dünyaya bizim, yalnız bizim düzenimiz gelecek! Bu, tumturaklı bir söyleyişti ve kalabalıktan bazılarının gözleri parlamaya başlamıştı. Kımıldanışlar birbiri ardıncaydı ve bu kim bilir kaç ömürlük çeşme başında, çeşmesarda böylesi sözler aktığı ancak en yaşlıların hatırında vardı. Ağır ağır yükselen bir coşkunluk korosuydu adeta meydan ve alaz gözlü adam. Söylediğini yüksek, şimdi daha yüksek perdeden söylüyordu:” Tüm bu işlemez-aksar hal, kağşamış ve bozuklanmış nizam, onun bozulmuş insanları ve utanmazca kırıp döktükleri her bir şey, hepsi değişecek meydanın insanları, hepsi!”


O anda, alaz gözlünün arkadaşının yakınlarında, altmışlarında bir adam; saçı beyaz, zayıfça, kaşlarında karalıklar biriktiren bir adam: ”Hepsi değişince ne olacak?” diye sordu eskiden gür olduğunu belli eden taş toprak bir sesle. Olaylara anlam veremeyen bir ses tonuydu bu. Ne idüğü belirsiz olana bıkkın bir halde “Nesin?” diyen ağız, bu adamındı. Şaşkın bir halde ”Hepsi değişmiş olacak, bütün bozukluklar gidecek?” dedi ellerinin sürati kesilmiş olan çeşmesar ünleyicisi. Sorudaki niyeti anlamamış gibiydi. Tekrardan, ısrarlı bir şekilde sordu o adam: ”Ne olacak, hepsi gidince, her şey değişince, sen istediğini aldığında bizim sonumuz nereye çıkacak?” Bunun üzerine meydanda, insanların arasında duran alaz gözlünün arkadaşı ki bu kalın boyunlu, büyük yüzlü bir adamdı; bu kadar ısrara cevap vermek gerek diye düşündü ve içinde başlayıp dışa vuran alçak bir sesle: ”Eskiden neredeysen oraya çıkacak, eskiden neredeysen, oraya…”dedi. Aslında kimsenin duymaması gerekirdi. Fakat soru soran o kırçıl huylu adamın yazgı diye bir bildiği vardı. Hangi sözün kimce duyulacağı ve hangi acının insanı nerede bulacağı belliyse eğer ve yazgı; herkesçe bilindiği kadar yazgıysa kaşları karalıklar besleyen adam kesinkes duymalıydı bu sözü. Öyle oldu.


İşitti, sonra sarsıldı ve ürperdi. Başını yavaş yavaş o kalın boyunluya çevirirken biliyordu ki korkulacak bir adama vurgun yemiş gözlerle bakmaktaydı, inanmaz gözlerle. Adam bu dehşetli gözleri hissetti yüzünde ve yere saçılmış çocukluk anılarında; ne olduğunu anladı ve o da beyaz saçlı adama baktı. Alayla, rahatlıkla ve tehditle gülümsedi sonra. Uzun uzun, çarpık bir halde gülümsedi ve dünyada gülümseyişin tarihini yazan bir el varsa çekti kendini sayfadan. Uzak köşelere gidip saklandı. Böylesini istemezdi, hayır, kesinlikle görmek istemezdi bunu. Saklanmak tutarlıca iş değildi gülümsemeyi yazan bir ele. Tebessümlerle dolu kitaptan korkacağı bir günü düşleyemezdi ama bu koca suratlı, düşlenemeyene ayaklar vermiş ve yapmıştı yapacağını. Kaşlarında karalıklar ise kalmamıştı artık adamın. O tuhaf ruhlu adama bakmış, korksa da savaşmıştı ama galebe kalabalıktan, yaşlılık yenilgiden doğmuştu. ”Bu bizim düzenimiz değil…”diyordu alaz gözlü çeşmede. Sarsalanmış bir tınıyla” Bu benim düzenim değil.” dedi zayıfça adam. Bakışlarını yere indirdi, arkasını döndü ve yürüdü ve süründü, gitti.

62 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


© Copyright
bottom of page