top of page
Ara
Ömer Orhan

Sobanın Odun Türküsü

Yırtık çorapları şüphelenmiş. Firari bir mevsimin ağlayışları varken müstakil evin

buğulanmış pencerelerinde... Soluk minder onu, o da minderi sevmiş. Tavandaki rutubet ile

göz göze gelmemek elde değil. Belki de ona göre rutubetle dostluk kurmak oldukça cazip bir fikir. Her şey o mağrur bakışlarının arasında. Sadri Ertem'den, Sabahattin Ali'den, Yaşar

Kemal'den habersiz düşünüyor. Belki ileride tanıyıp çok sevecek onları. Mektebi hiç sevmez

ama bir kağıt ve bir kalem ile kendini var etmenin verdiği Akdeniz huzurunu keşfetmeye

doyamayacak belki de. Hayatının başında; duyguları ruhunu diriltip onu büyütecek kıvamda.

Aklından geçen kervanlar nereye gidiyorlar? Yoksa selam mı getirdiler yıldızlardan o

kervanlar? Bunlar bilinmez ama besbelli ki kervanların naifliği yanaklarına yansımış. Kafasını

nereye çevirse bej rengi duvarlar... Ucuz bej rengi... Pahalı olsa şatafatlı gösterecek. Aklına

mektepteki arkadaşlarından, bir nisan gününün akşamına kadar dışarıda top oynamaktan,

salçalı ekmekten başka bir şey gelmiyor yavrucağın. Ağabeyinin küçülen yün kazağı üstünde... Sopa yediği annesinin ona eskiden anlattığı masallar kadar güzel olan gözlerinde

sebepsizce kaybolmak istiyor insan. Dışarıdaki sağanaktan, sokakta olamayışından gülüşleri

ölü. Ölü gülüşlerinin mezarı da kıvrıldığı soba köşesi. Daha yeni dışarıdan gelmiş ve tir tir

titreyen ağabeyi de o köşeden yana kaymasını istemekte. Kendini mecbur hissediyor yana

kaymaya. Soğuk hava ağabeyinde durgun bir öfkeye sebep olmuş. Elleri soğukluktan

buruşmuş ağabeyi elini sobaya tutunca bir rahatlama geliyor içine tüm dertleri bitmişçesine.

Karşı duvardaki tabloda ne buldukları bilinmez ama ağabey kardeş birbirinden habersiz o

tabloya odaklanmışlar. Tablo da hayallerini yansıtacak kadar güzel. Hayal kurmak... Hayal

kurmanın ne de güzel bir eylem olduğunun ikisi de farkında.


Ağabeyi bir ev ister kendine. Sevdiği kadın ve biricik kızı ile beraber yaşasınlar içinde. Uçsuz bucaksız gökyüzüne baksınlar gün batımında o evin çatısından. Gökyüzünün insanın kendini görmesi için en güzel ayna olduğunun farkında ya ağabeyi, o yüzden vazgeçemez gökyüzünden. Vazgeçse kendinden vazgeçmiş olur.


Yavrucağız daha önce hiç duymadığı kelimeler ile kurulan hayalleri, düşünülen fikirleri,

edilen sohbetleri genelde garipsemekte. Sade gözükse de paha biçilmez hayallere sahip

aslında. Dışarıdaki sağanağı düşününce evine gidenleri, otobüs duraklarında bekleyenleri,

sokak boyu yürürken üstüne yağan yağmur ile bütünleşenleri, evsizleri, sokaktaki hayvanları

düşünmekte. Kendi kendine “Ne yaparlar acaba o hâldeyken?” deyip eli kolu bağlı kalmasına hayıflanmakta. Keşke üşümeseler diye düşünmekten, yağmur altında kalıp yatacak bir yerleri olmayan insanların ve diğer canlıların rahat yaşadığı bir dünyayı hayal etmekten kendini alıkoymamakta. Bu hayaller insana “Ah ne de güzel hayal bunlar? Keşke bizim yerimize de çocuklar hayal kursa ya.” dedirttirecek türden.


Ağabeyi kardeşinin aksine yağmurun güzel yanlarını da düşünmüyor değil çünkü yağmur

altında yürürken gözyaşları gizlenir insanın. Ayıp değildir ağlamak ama saklamak ister

kendisinin de bir türlü anlayamadığı sebeplerden dolayı insanoğlu. Odadaki kısık ışıktan akan

şarkılardan dolayı aklı Cem Karaca posterlerine kayıyordu ağabeyinin. Kısır döngüdeki ağabey bir hayal kuruyor sonra o hayali beğenmeyip çöpe yuvarlıyor yeni bir hayal kuruyordu. Zihnindeki, kalbindeki ve ruhundaki her sokak yeniden hayal kurmaya varıyordu.


Ağabey yeni pardösüsünü sobanın dibinde bir zarar görecek korkusundan çıkarması

gerektiğini düşündü ve çıkarıp çaprazındaki üstüne halı denk gelmemiş olan mermerlerin

üstüne attı. Rahatlamıştı biraz daha. Tekrar yerine geçtiğinde zavallı kardeşinin omzuna attı

elini ve tatlı bir tebessüm attı ona. Kardeşi ona iyice sokuldu. Kendini hem daha mutlu hem

daha rahat hissediyordu kardeşi. Ağabeyi sahiplenici bir ciddiyet ile ona doya doya baktı.

Gözlerinden kalbine akıyordu kardeşi. Gözleri de kardeşine baktıkça uykuya dalmak istiyordu. Kardeşinin uykuya daldığını anlayınca durgun bir şekilde tavana baktı ve gözleriyle tavana bir resim çizip kardeşine sarılarak uyumaya çalıştı. O uyumaya çalıştıkça sobanın odun türküsü daha gür ve daha anlaşılabilir bir şekilde bej rengi duvarlar arasında yankılanıp o anki manzara ile bütünleşti. Sessizlik o türkü ile duyuluyordu artık.

71 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Ayin 1

Comments


© Copyright
bottom of page