Yırtık çorapları şüphelenmiş. Firari bir mevsimin ağlayışları varken müstakil evin
buğulanmış pencerelerinde... Soluk minder onu, o da minderi sevmiş. Tavandaki rutubet ile
göz göze gelmemek elde değil. Belki de ona göre rutubetle dostluk kurmak oldukça cazip bir fikir. Her şey o mağrur bakışlarının arasında. Sadri Ertem'den, Sabahattin Ali'den, Yaşar
Kemal'den habersiz düşünüyor. Belki ileride tanıyıp çok sevecek onları. Mektebi hiç sevmez
ama bir kağıt ve bir kalem ile kendini var etmenin verdiği Akdeniz huzurunu keşfetmeye
doyamayacak belki de. Hayatının başında; duyguları ruhunu diriltip onu büyütecek kıvamda.
Aklından geçen kervanlar nereye gidiyorlar? Yoksa selam mı getirdiler yıldızlardan o
kervanlar? Bunlar bilinmez ama besbelli ki kervanların naifliği yanaklarına yansımış. Kafasını
nereye çevirse bej rengi duvarlar... Ucuz bej rengi... Pahalı olsa şatafatlı gösterecek. Aklına
mektepteki arkadaşlarından, bir nisan gününün akşamına kadar dışarıda top oynamaktan,
salçalı ekmekten başka bir şey gelmiyor yavrucağın. Ağabeyinin küçülen yün kazağı üstünde... Sopa yediği annesinin ona eskiden anlattığı masallar kadar güzel olan gözlerinde
sebepsizce kaybolmak istiyor insan. Dışarıdaki sağanaktan, sokakta olamayışından gülüşleri
ölü. Ölü gülüşlerinin mezarı da kıvrıldığı soba köşesi. Daha yeni dışarıdan gelmiş ve tir tir
titreyen ağabeyi de o köşeden yana kaymasını istemekte. Kendini mecbur hissediyor yana
kaymaya. Soğuk hava ağabeyinde durgun bir öfkeye sebep olmuş. Elleri soğukluktan
buruşmuş ağabeyi elini sobaya tutunca bir rahatlama geliyor içine tüm dertleri bitmişçesine.
Karşı duvardaki tabloda ne buldukları bilinmez ama ağabey kardeş birbirinden habersiz o
tabloya odaklanmışlar. Tablo da hayallerini yansıtacak kadar güzel. Hayal kurmak... Hayal
kurmanın ne de güzel bir eylem olduğunun ikisi de farkında.
Ağabeyi bir ev ister kendine. Sevdiği kadın ve biricik kızı ile beraber yaşasınlar içinde. Uçsuz bucaksız gökyüzüne baksınlar gün batımında o evin çatısından. Gökyüzünün insanın kendini görmesi için en güzel ayna olduğunun farkında ya ağabeyi, o yüzden vazgeçemez gökyüzünden. Vazgeçse kendinden vazgeçmiş olur.
Yavrucağız daha önce hiç duymadığı kelimeler ile kurulan hayalleri, düşünülen fikirleri,
edilen sohbetleri genelde garipsemekte. Sade gözükse de paha biçilmez hayallere sahip
aslında. Dışarıdaki sağanağı düşününce evine gidenleri, otobüs duraklarında bekleyenleri,
sokak boyu yürürken üstüne yağan yağmur ile bütünleşenleri, evsizleri, sokaktaki hayvanları
düşünmekte. Kendi kendine “Ne yaparlar acaba o hâldeyken?” deyip eli kolu bağlı kalmasına hayıflanmakta. Keşke üşümeseler diye düşünmekten, yağmur altında kalıp yatacak bir yerleri olmayan insanların ve diğer canlıların rahat yaşadığı bir dünyayı hayal etmekten kendini alıkoymamakta. Bu hayaller insana “Ah ne de güzel hayal bunlar? Keşke bizim yerimize de çocuklar hayal kursa ya.” dedirttirecek türden.
Ağabeyi kardeşinin aksine yağmurun güzel yanlarını da düşünmüyor değil çünkü yağmur
altında yürürken gözyaşları gizlenir insanın. Ayıp değildir ağlamak ama saklamak ister
kendisinin de bir türlü anlayamadığı sebeplerden dolayı insanoğlu. Odadaki kısık ışıktan akan
şarkılardan dolayı aklı Cem Karaca posterlerine kayıyordu ağabeyinin. Kısır döngüdeki ağabey bir hayal kuruyor sonra o hayali beğenmeyip çöpe yuvarlıyor yeni bir hayal kuruyordu. Zihnindeki, kalbindeki ve ruhundaki her sokak yeniden hayal kurmaya varıyordu.
Ağabey yeni pardösüsünü sobanın dibinde bir zarar görecek korkusundan çıkarması
gerektiğini düşündü ve çıkarıp çaprazındaki üstüne halı denk gelmemiş olan mermerlerin
üstüne attı. Rahatlamıştı biraz daha. Tekrar yerine geçtiğinde zavallı kardeşinin omzuna attı
elini ve tatlı bir tebessüm attı ona. Kardeşi ona iyice sokuldu. Kendini hem daha mutlu hem
daha rahat hissediyordu kardeşi. Ağabeyi sahiplenici bir ciddiyet ile ona doya doya baktı.
Gözlerinden kalbine akıyordu kardeşi. Gözleri de kardeşine baktıkça uykuya dalmak istiyordu. Kardeşinin uykuya daldığını anlayınca durgun bir şekilde tavana baktı ve gözleriyle tavana bir resim çizip kardeşine sarılarak uyumaya çalıştı. O uyumaya çalıştıkça sobanın odun türküsü daha gür ve daha anlaşılabilir bir şekilde bej rengi duvarlar arasında yankılanıp o anki manzara ile bütünleşti. Sessizlik o türkü ile duyuluyordu artık.
Comments