Saat 9 suları… Trafik azalmış, arabalar yollardan rahat bir şekilde geçiyor olmuştu. Kararan havayı sokak lambaları aydınlatıyordu. Gecenin soğuğuna rağmen Söğütözü canlıydı. Farklı numaralara sahip otobüsleri bekleyenler, alışveriş yapanlar, kafelerde oturup çene çalanlar, Kaydırak Bina’nın olduğu taraftaki üst geçidin köşesinde çiçeklerini bitirmeye çalışan orta yaşlı adam,onun yanında yazın mısır kışın kestane satanlar,üst geçitten geçenler ve üst geçitteki çakma parfüm satıcıları… Her şey sıradan bir Söğütözü akşamını andırıyordu. Ama, bir dakika. O da ne? Söğütözü’ndeki Kaydırak Bina’da normal olmayan bir şeyler vardı. Aşağıdan bakılınca solda kalan Kaydırak’ın tepesinde iki silüet gözüküyordu.Neydi ki bunlar? Biraz yaklaşalım. Gözüken genç bir kadın ile genç bir erkek. 20’li yaşlarındalar. Ayaklarını aşağı sallandırarak oturuyorlar. Sanki bir şeyler hakkında konuşuyorlar. Biraz daha Söyaklaşarak kulak kesilelim. Bakalım gecenin daha da soğuk olduğu ve rüzgarın sert estiği bu yerde ne diyorlar?
-Ee, nasıl buldun manzarayı Sevilay?
-Hmm, eh işte.
-‘Eh işte’ mi? Kızım seni taa Kaydırak Bina’nın en tepesine çıkarmışım daha ne istiyorsun?
-Ama soğuk burası ya, çok esiyor. Ayrıca saçlarım glossuma yapışıp duruyor.
-Tokan yok mu yanında?
-Hayır, yok.
-O glossu niye sürdün o zaman madem saçlarına yapışıyor?
-En çok bu glossu sürmeyi seviyorum ondan.
-Çok kalın da giyinmemişsin, sana demiştim soğuk olan bir yere gidecez yere. Niye ince giyindin?
-Ya aslında kalın bir şeyler giyecektim ama kombinime uymadı, sonra ben de bunu giydim.
-Ee o zaman ne diye üşüyorum diye mızmızlanıyorsun?
-Mızmızlandığımı kim söyledi? Nasıl hissediyorsam onu söylüyorum.
-Peki, öyle olsun. Neyse. Hadi anlat bakalım bugün n’aptın?
-Sabah 7 gibi kalktım işte 8.40 dersim vardı. Dersten sonra yurda döndüm kendime yulaf yaptım onu yedim.
-Yine mi yulaf? Kızım at mısın sen sürekli yulaf yiyorsun?
-Ama ben öyle sade ve kuru kuru yemiyorum ki. İçine süt ve tarçın koyup karıştırıyorum, sonra üstüne muz ve yaban mersini ekleyip bal döküyorum.
-Bal ne bal
-Migros’un çiçek balı işte. Param anca ona yetiyor.
-Makyaja harcananlardan kalan para desene şuna.
-Ya Burak sana ne oluyor bugün böyle. Sürekli bir laf sokmalar falan. Sana ne paramı neye harcadığımdan. İstediğimi alırım. Yoksa sana da alıyım bir şeyler.
-Kalsın. İstemez. Sadece makyaja çokca ve gereksiz para harcadığını düşünüyorum o kadar.
-Ay aman tamam. Kes artık. Kasım indirimi vardı ondan bu kadar aldım.
-73 tane rujun olmasına rağmen bir 5 tane daha alman bence indirimden yararlanmak değil ama…
-Ya yeter ama, o renkler yoktu bende onları beğendim aldım. Sen de söyleseydin sana da alırdım bişiler. Bu kadar büyütmene gerek yok. Senin parandan almıyoruz.
-Doğru, benim param değil. Ama bu tüketim manyağı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bana bir şeyler almana da hiç gerek yok. Keyfim yerinde benim, her şeyim tam.
-Öyleysem öyleyim, ben bundan gayet memnunum. İyi peki, bir daha bir şey teklif etmem sana.
-Etme.
-Hığhm. Gıcık.
Bu şekilde birbirlerine küs bir şekilde otururlarken bir anda arkalarındaki kapı açılıverdi ve gözleri güvenlik görevlisinin parlak el fenerinin ışığına kısa bir süre maruz kaldıktan sonra durumu fark ettiler.Hemen toparlanıp ayağa kalktılar. Neden bu saatte burada olduklarına dair açıklama fırsatı verilmeden apar topar zorla asansöre bindirilip aşağı indirildiler. Eğer bir daha buraya çıkmaya çalışırlarsa polisi arayacağını söyleyen güvenlik görevlisinin elinden kurtuldaktan sonra metroya doğru yürüyemeye başladılar. Aynı zamanda yürürken kavga da ediyorlardı. Bu atışma metrodan kampüse kadar hatta alışkanlık gereği vedalaştıklarından sonra bile yurtlarına gitmek için ayrı yollara giderken bile devam etti. En sonunda birbirlerinin sesinin duyamayacak noktada olduklarında aralarındaki kavga ve gece de böyle bitti.
Comments