Boğulur gibi oldu çiftçi, akşam hazırlayacağı ucuz içki sofrasının hayalini kurmaya başladı.
Şehir merkezine vardıklarında çocuk birkaç kez teşekkür edip arabadan indiğinde, ses artık dayanılmaz olmaya başladı. Çocuğa seslendi gitmeden:
-Sen, ufaklık
+Buyurun efendim
-Kendine dikkat et tamam mı? Babanın yanından da ayrılma sakın.
Çocuk ne diyeceğini kestiremedi bir an, tekrar teşekkür edip yola koyuldu. Artık en heyecanlı kısma gelmişti. Karnaval alanına doğru yola koyuldu.
Karnaval alanına ulaştığında büyülenmişti. Bir yanda ağzından ateş saçanlar, kendi gösterilerine gönüllü arayan sihirbazlar, hedefi vururlarsa oyuncak kazanacaklarını avaz avaz bağıran kadın, kendi gibi festivale gelen kalabalık… Resmen başı dönüyordu. Daha önce bu kadar çok insanı nerede gördüğünü düşündüyse de bulamadı ve bu yılki festivali en çok insan gördüğü yer ilan etmeye karar verdi. Yine düşünceleriyle vakit kaybettiğini fark etti. Hedefine odaklandı: şekerlemeci.
Şekerlemecinin tam olarak neredeydi bilmiyordu, o yüzden hızlı adımlarla dolaşmaya karar verdi. İllaki buralarda bir yerdeydi. İleride oluşmuş ufak bir kuyruk gördü, çabucak oraya ulaştı. O an içine su serpildi, şekerlemeciyi bulmuştu. Sıraya girdi, cebindeki paralarını kontrol etti, sabırsızlıkla sırasını bekledi. Önünde bir kişi kala, civardaki tüm kalabalık tiz bir kadın sesi ile irkildi.
-Siz dediğimi anlamıyor musunuz?
Çığlık atan kıvırcık saçlı kadın, soluk tenli zayıf kızı omuzlarından sarsıyordu. Çocuk o sırada şekerlemecinin tam da falcının çadırının karşısında olduğunu fark etti.
Zayıf kız sesini bile çıkartamıyor, sadece yaşlı gözlerle aşağı bakıyordu. Çamur lekelerinden beyazlığından eser kalmamış elbisesinin koluyla gözyaşlarını silmeye çalışıyordu. Soluk tenine ve kirli giysisine hiç de yakışmayan parlak taşlarla kaplı kuşa benzer broşu elbisenin koluna takılıp işini zorlaştırdı. Çocuk, o sırada iki adamın konuşmasını duydu.
-Ne bu? Kavga falan mı var?
+Yok, be ne kavgası, o falcı yine kafayı yedi. Bak şimdi hepimize dönüp başlar kıyamet alametlerini saymaya.
Gürültüyle birlikte etrafa daha çok insan toplanmaya başladı. Bunu gören falcı kızı bırakıp, kalabalığa döndü.
-Anlamıyor musunuz? Göremiyor musunuz? Kokusu da mı gelmiyor? Tehlike var burada, bilmem nasıl ama hiç hiç hiç iyi değil.
Falcıyı tanıyan azınlık yalandan onaylarmış gibi kafa salladı ama kalabalığın çoğunu bir tedirginlik salmıştı. Herkes buraya iyi vakit geçirmek için gelmişti ve hiç kimse olası bir cenazeyle uğraşmak istemiyordu.
O sırada falcı kadın tek tek herkesin yüzüne neredeyse değecek kadar yaklaşıyor, sanki bir şeyi arıyordu.
-Sen değil, yok yok sen de olamazsın. Ölüm var burada ve biriniz daha biliyor ama hanginiz. Bekle bekle bulucam seni, seni küçük Kader Faresi.
Çocuk kader faresi acaba ne demek diye düşünürken burnunun dibinde beliren bir çift gri gözle irkildi.
-Buradasın işte.
Çocuğu sertçe kolundan tutup çekti ve kalabalığa döndü kadın.
-Bakın bakın bu minik kader faresi de biliyor. Bu yüzden buradasın değil mi? Ölümün kokusu çekti seni de, peynirin kokusunun o pis tarla farelerini çekişi gibi.
Tiksinerek baktı çocuğa. İçinde bir kusma isteği varmış da bastıramıyormuş gibi.
Çocuk şaşkınlıkla bakakaldı, ne diyeceğini bilemedi. Ne kader faresinin anlamını biliyordu ne de ölümün nasıl bir kokusu olduğunu.
Falcı bir kelime daha söyleyemeden çocuğun yaşlarında bir kız ve az önce falcı hakkında konuşan esnaf adamlar onun koluna girip zorla çadırına götürdü.
Kadın çadıra kafasını sokana kadar iri gri gözleriyle çocuğa baktı, bir itiraf bekler gibi. Gözünü bir kere bile kırpmadı. Çocuk bir suç işlemiş de bir tek falcı biliyormuş gibi. Çocuk tüm insanlığın günahını boynuna almalıymış gibi. Kadının çadıra girmesi bir dakika sürmedi belki ama falcının gözleri çocuk için bu dakikayı hayatının en uzun dakikası yaptı.
Kalabalık yavaşça dağıldı. Çocuk ne olduğu anlayamamıştı. Kendine şekerlemeleri hatırlatıp sırasındaki yerine döndü. O sırada falcıyı götüren kız yanına geldi.
-Annemin yaptıkları için çok özür dilerim. Bazen böyle ani olaylar görüyor gelecekten, sanki aklını kaçıracak gibi oluyor.
Çocuk bir özür beklemiyordu, üzgün görünüşlü kıza döndü.
+Sorun değil. Umarım anneniz en kısa sürede iyileşir.
Kız şaşkınlıkla bakakaldı, öfkeyle yükseltti sesini
+Annem hasta değil ki. Sadece bazen böyle oluyor işte. Hem dediği şeyler hep çıkar.
Öfkesini üstünden attıktan sonra sakince çocuğa döndü, yüzünü minik bir tebessüm sardı. Tebessüm gibi durmadı önce. Yavaş yavaş yüzüne yayıldı, sinsiliğin değil haklılığın timsaliydi.
+Bakalım bugün kim ölecek?
Kız bunu o kadar sıradan bir şekilde söyledi ki çocuk ne diyeceğini bilemedi. Tüyleri ürperdi. Şekerlemeleri alıp hemen eve dönmek istedi, karnavaldan eve olan kestirmeyi düşünürken falcının kızının ürpertici gözlerinin kendini halen yalnız bırakmadığını fark etti.
Bình luận