top of page
Ara
Yaren Kılıçarslan

Karnaval Şekerlemesi ve Kader Faresi

Şehir merkezindeki karnavala ilk kez tek başına gittiğinde 11 yaşındaydı.


Aslında tek başına gitmemesi gerekiyordu. Akşam babasının işten dönmesini bekleyebilirdi. Annesine söyleseydi ertesi gün öğleden önce gerçekleşecek olan tüm gösterileri birlikte izleyebilirlerdi. Her zaman uslu bir çocuk olduğundan akşam sırf karnaval için ta krallığın öbür ucundan gelecek olan sirke de giderlerdi muhtemelen.


Ama çocuktu ve herkes ona ne kadar büyüdüğünü, kardeşine ne kadar iyi ağabeylik yaptığını söylüyor, onu ‘Annene ne kadar da çok yardımcı oluyorsun, aferin.’ deyip övüyorlardı. Bu kadar büyümüş bir çocuk pek ala tek başına şehir merkezine inip karnavalın tadını çıkarabilirdi. Bir kez olsun tek başına gitmek istedi, zaten her ilkbahar ailesi ile gitmişti. Şehir merkezini de karnaval alanına da avucunun içi gibi biliyordu. Ebeveynlerinin öğrenmeleri durumunda habersiz böyle bir şey yaptığı için kızacaklarının da farkındaydı. Ama altı üstü birkaç sihirbazın gösterisini izleyecek, hokkabazlara hayranlıkla bakacak, ninesinin son ziyaretinde verdiği parayla kendine ve kardeşine şekerleme alıp dönecekti. En önemli kısım şekerlemeydi zaten. Karnaval şekeri bambaşka bir şeydi, başka hiçbir yerde satılmazdı, rengârenkti, yumuşacıktı, ağızda yavaşça dağılırdı, farklı meyveli çeşitleri ile enfesti. Onu yiyen çocuğun ağlaması bir yana, yüzünün azıcık düşmesine bile imkan yoktu. Kral kendisi olsaydı, kesinlikle her çocuğa bu şekerlemeden gönderirdi. Bir tanesini bile atlamadan, krallıktaki her bir çocuğa.


Planı çok basitti. Annesi her cumartesi arkadaşlarını ağırlardı, bu da cumartesiyi en uygun gün yapıyordu. Tüm arkadaşlarının çocukları da kendi kardeşinden, beş yaşından, büyük değildi. Yani çocuklar birbirleriyle annesi de arkadaşlarıyla ilgilenecekti. Onlar bir yana evin tüm hizmetçileri misafir ağırlıyor olacaktı ve kahyaları bugün için izin istemişti. Kaderin kendinden yana olduğuna emindi. Ev halkının en yoğun olduğu anda dışarıya oynamaya çıkacağını, sıkılırsa kasabalarını dolaşacağını söyleyip gidecekti. Sık sık yaptığı bir şey olduğu ve kasabaları oldukça güvenli bir yer olarak bilindiği için annesinin izin vereceğini biliyordu.

Nitekim öyle de oldu. Herkese el sallayıp evden çıkıp bahçe kapısına doğru yürümeye başladı. Tam o sırada arkasından birinin seslendiğini duydu. Ev kapısının önünde duran kardeşini gördü.


-Abi, abi, abi, abi, abi, a-

+Duyuyorum seni, söyle.

-Nereye?

+Kasabaya gidiyorum.


Küçük kardeş ellerini önünde birleştirip parmaklarıyla oynamaya başladı, ayaklarını da minik minik yere sürtüyordu. Ağzını birkaç kez açıp kapadı, kekelemeden konuşmaya çalıştı.


-B-B-Bana şeker alır mısın?

+Alırım tabii.

-Tamam, o zaman, hoşça kal!


Ağabeyine el salladığı gibi koşarak evin içine döndü küçük kardeş. Giden ağabeyini şeker dışında pek de umursamadı o an.


Karnavaldan zaten bir sürü şeker getirecekti kardeşine, o yüzden sorun yoktu. Hem annesiyle babası karnaval şekeri ve normal şeker arasındaki farkı bilmezdi. Büyükler nereden hatırlasın böyle şeyleri. Her halükarda planı başarılı görünüyordu, kendiyle gurur duydu. Akşam yemeğine evde olduğu sürece hiçbir sorun yaşamayacaktı. Karnavala gidiyordu.


Bahçe kapısından çıkıp kasabaya giden yolu takip etmeye başladı. Baharın gelişiyle açan çiçekleri gördü yol boyu. Duraksayıp birkaçını kokladı. Canlı renkleri ve tatlı kokuları bir anlığına büyüledi onu, kendini ortasında bulduğu renk cümbüşü ona bir şeyi anımsattı. Elini çenesine koyup düşünmeye başladı. Neydi ki, böyle sevdiği bir şeydi. Birkaç farklı çiçeği daha koklarken aklında belirdi şekerlemeler. Ne diye burada durup çiçek kokluyordu, vakit kısıtlıydı. Kasabaya giden birkaç dakikalık yolu koşmaya başladı. Kasabada bu saatlerde hep şehir merkezine topladığı elmaları at arabasıyla götüren çiftçi olurdu. Çiftçi amcadan kendisini de şehir merkezine götürmesini rica edecekti. Yürüyebilirdi de ancak o kadar vakti yoktu, bir at kadar hızlı gidemezdi ya. Bir an panikledi durumunu düşününce. Ya çiftçi amcaya yetişemezse? O an ilk defa aslında planının o kadar da iyi olmadığını fark etti ancak bunu kendine itiraf edecek cesareti bulamadı, ne olursa olsun planın işe yarayacağını umut etti, buna inanmak istedi. Karnavala gidecek, oturup gösterileri izleyecekti.


Şans ondan yanaydı ki çiftçi hala oradaydı. Çocuğun ona doğru koştuğunu görünce duraksadı.


-Hayırdır evlat, elma mı alacaktın?


Çocuk duraksadı, elini dizlerine koyup koşturmaktan kesilen nefesini toplamaya çalıştı. Birkaç derin nefesten sonra çiftçiye baktı.


+Şehir merkezine inerken beni de götürebilir misiniz diye soracaktım.


-Tabii gideriz birlikte de, senin ne işin var şehir merkezinde bir başına?


+Bir başıma değil efendim, babamla buluşacağım. Birlikte alışveriş yapacağız. Yürüyerek de gidebilirim biliyorsunuz ancak sizinle gelsem daha kolay olur.


O sırada çiftçi çocuğu dinliyormuş gibi görünmüyordu. ‘Ben bu çocuğu bir yerden çıkartacağım ama…’ diye geçirdi içinden.


-Eh gel bakalım o zaman.


Elma kasalarının birkaçını üst üste koyarak çocuğa ufak bir yer açtı, içinden bir ses bunu yapmaması gerektiğini söylemesine rağmen. Sebebini düşündüyse de pek üstelemedi, akşam içip sızdığında hepsini unutacaktı zaten. Ne önemi vardı.


Birkaç dakika sonra şehir merkezine doğru yola koyuldular. O sırada çocukla sohbet edip bu tanıdık simanın kökenini öğrenebilirdi, ancak yapmadı ve sessizliğini korudu. İçindeki şüpheyi gömmek istiyordu, deşmek değil. En son içindeki ses ona şüphelenmesini söylediğinde karısının onu aldattığını öğrenmişti. Oysa bunu bilmeden de karısıyla gül gibi yaşar giderdi. Bilmeyip, karısının kendini sevdiği yalanına tutunurdu. Yalandan da olsa biri sevmişti ya, yeterdi sanki.


Bu akşam berbat bir akşam mı olacaktı?

169 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Ayin 1

Comments


© Copyright
bottom of page