top of page
Ara

Külhani


Güya gecelerin bir gecesi aklının çözülememiş bir yarım rüyasında, sekseninci rüyasının en hatırda kalacak yerindeydi. Daha önceleri hiç rastlamadığı bir mekanın yoluna düşüp yolunu kaybetmiş, evvelce aradığı o yerin artık nerede ve hangi yıldız tabanınca ayakları altındaki kuma denk düştüğünün ayrımından çok, çok uzağa gelmişti. Dön dolaş bir ısmarlama ürperti ses arıyor; bu aykırı sıcak yerin ne diye böylesi ıssız ve ipsiz olduğuna da bir karşılık düşünüyordu. "Anca hava cıva, ne beter ne menem yer!" deyip bir yaygara kopardı kaldığı yerden. "Tamam, duyulsun çingene çığırtım. Kimse var mı, duyun beni ne olur, ne çıkacaksa karşıma çıksın!" Şöyle ya da böylece hep bağırdı, adımlarını yeni baştan sıraladı, birbiri ardınca, birbirlerinin tıpkısıyla yürüyüp duruyordu. O sıra, dakikalar tellere ham demirden vurdukça yiten takatinin canına tam hükmedecek olduğu vakitte, koşun gibi durdu ve belli belirsiz bir şeyler işitti. 


"Hayr'ola?" 


Başını arkaya çevirdi. Bunca saatler sonra düş harici yüz görebilmenin temaşasıyla bir, hemen sözüne girişti. "Hah, sonunda be! Ben, yani sandım ki, gerçi şimdi pek bilmem de..." Söyleyeceklerinden vazgeçti, nereden güvenecekti kayıpta olduğunu söyleyecek kadar bu yabancıya? Ne lüzumu vardı bir de etinden olmanın, şu tenhalık, adamı çamur gibi döken yerde?


"Sen iyisi mi bana yardım et." dedi. "Şöyle derme çatma bir pazar arıyorum, yolu biraz karıştırdım. Bu akşam orada olmam gerekecek. Oradaysa, aman hiç sorma, başımdan aşkın işlerim olacak." 


"Bilirim orayı." Böyle söyledi yabancı. "Bak şu yöne çevir başını, yok hayır, oranın sonu mu var ne bakıyorsun, şurası, şura şura!" O anlattı, o anlar gibi başını sallayıp dinledi, adımlarına yabancının sözlerinin peşi sıra devam etti. Ümidi, kendi ayarından koparak semavi bir bahçenin sarmaşıklarına dolandı, topuklarının tökezlemesiyle sarsıldı. "Buldum, tamam bu yolun sonu, sonrası bu kapan kâbusun da sonu üstelik." der demesine kalmadan aynı yabancı bu defa karşı uzağında belirdi. Ürktü ilkin, yanaşmaya çekindi. Yakınına vardığında gülümser bir yüzün aksaklığıyla, "Bir ara adımlarımı saymak aklımdan uçup gitti, ondan çıktım mutlak yine karşına, yoksa anladım yolu, vallahi!" dedi. Delice bir süratle karşı yöne yürüdü. Birkaç mendili bir araya koyup yere serdi ardından, dinlendi, kalktı, yoluna devam etti. Vakit hayli geçmişti ancak hava kararmaya yakın, yabancıyı bir kez yine gördü. Başını eğip derhâl bir başka uzak yöne gitti. "Üç etti bu, bir defa daha geldi mi başıma, boynunu koparacağım. Sapık bu, delirmiş!" Yürüdü durdu, yedi içti, yabancı karşısına çıktı. Kestirdi, şeker şeker şekerlendi, düşünden sonra düşler gördü, uyandı ve yürüdü. Yabancıyı gördü. Şu vakit sonra, vakit de mekan da aklının bulanıklığına düğümlendi. Neydi sahi bu, belki bir esrar esrimesi-değil, usanmaz kâbus-hiç mümkün denemez, büsbütün delirmek üzereydi. Yabancıya doğru koştu.


"Bildim, külhanisin sen. Şimdi o dağların, vadilerin esrikli yerlerinde serseri adamlardansın. Kınında kim bilir neler de vardır. Yoksa peşimde işin ne! Kesinkes öyle." dedi. "Mutlaka ve nasılsa öyle." 


Yabancı cevap vermedi.


"Sen böyle gezinedur, tamam, başımı döndür. Ateşin kavurduğu bu tekinsiz, illallah cehennemde gezin gezin ancak durur, hep aynı şeyleri görürsün." dedi.


"Ya sen neler görürsün?"


"Seni görüp duruyorum ya adam! Yolumu kaybettim işte sabahtandır, dolandım dolandım seni gördüm. Sanki senin etrafınca dönüp duran şimdi benim. Bir gördüm, iki gördüm, üç, dört, yirmi. Gördükçe delirdim, bir ara görmedim de çok vakit geçti üstünden, korktum, yine delirdim." 


"Beni bir vakit göremez olduğunda, yolumu artık buldum işte, demedin mi? Sen kayboldun diye çıkmamış mıydım yoluna, o çöl külhanisi, ben!” Suskunlukta zaman uzadı, ağır aksak geçen zaman yay gibi gerildi ve yabancının göz bebeklerindeki dikkate saplandı.

Yanıt hiçbir vakit gelmeyince ayrıldı yabancı oradan, uzaklaşıp gitti. Bilinen ki saatler ve saatlerin harcında günlerdir gezineduran, aklı perişan kayıp adam, yolunu değil arıyor olduğu şeyin mânasını yitirmişti.


"Acemi." dedi yabancı ve sesi, bir kitap cildinden yanılsayıp da ne yakın bir asrın durağına, ne merhem icadının zamanı ne de ağır ölüm yaralarının yüz yıllarına varacaktı. Kimselerce sezilmeden, sessizceydi. Tüm uykubasanların akıl çınlamalarında, diş etleri kana bulanmış yırtıcıların kımıltısız uyku sessizliğindeydi; toprağın ve kumun duymadığı çukur yerden çıkar gibi. Havanın, tuzun ve suyun bilmediğiydi bu ses, sonra o düşkün çöl külhanilerinin bile. Oysa o, oracıkta durmamacasına devam etti. 

"Acemi. Sırrı açık ettin."


37 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


© Copyright
bottom of page