top of page
Ara
Naz

İÇİNDEKİLER VE İÇİMDEKİLER

İçimin ağırlaştığını hissettiğimde saat öğleye doğru geliyordu. Bir pantolon ve birkaç bluz alt tarafı aslında. Nasıl bir tepki vereceğime emin olmadığımdan acımı küçümsüyorum. Pijama ekleniyor bir de şimdi. Bu benim yok oluş süremi arttırıyor. Çoraplarını fileli kısmıma yerleştirirken yüzüne bakıyorum şimdi onun. Okuması zor. Genç ama çizgili bir yüz. Çirkin denemeyecek kadar farklı hatlara sahip. Gözleri sadece işini yapmaya odaklı. Saçlarında, bu sabah duş aldığından olacak, hala su damlaları var. Daha birkaç ay önce kullandığında beni ,daha farklı bir iletişim kurmuştuk. Bir şeyler bekliyordu benden. Şimdi ise ben ona soru işaretleriyle bakıyorum ama o benim farkımda değil.

Kafasını okuyamıyorum diye hayıflanırken kendi bir şeyler anlatmaya başlıyor. Eve dönüyormuş. Ev kavramı onun için neyse tabii. Yokmuş ortalarda bir süre. Gidiş geliş olarak almış bileti bir de.

Fermuarımı kapatırken zorlanıyor biraz. Yanlış yerleştirdiğini anlatamıyorum ona. Zaten tek amacı gitmek olan biri için eşyaları nasıl yerleştirdiğinin ne önemi var ki… Beni hemen kaldırmaması için dua ediyorum. Geçen seferki hatasından kalma bir engelim var. Tekerleklerimden biri kırık. Bu yolculukta beni ya kucağında taşıyacak ya da zorla sürükleyecek.

Bana sormadı ki gitmek ister miyim. Her şeyi bildiğinden çok emin hep. Beklediğimden daha sakin bir şekilde kaldırdı beni şimdi. Onun için de zor kırık bir bavulla gitmek. Yine de beni almayı seçiyor diyorum içimden onun için ne anlama geldiğimi bilmeden.

Dışarısı rüzgarlı bugün. Sol elini cebine sokuyor sokmasına da, sağ eli beni sürüklediği için üşüyor tabii. Suçlu hissediyorum kendimi ama sonra vazgeçiyorum. Bu seçimi yapan o. Beni arkasında bırakan da.

“Adapazarı Gölcük! ADAPAZARI GÖLCÜK!”

“13.40 İzmit kalkıyor!”


Terminallerdeki sesler bana hep karışık gelir. Ne yöne gideceğini bilemezsin. Hele zaten kararsızsan, gidesin kaçar tamamen. Tekeri kırık bavulu sürüklemek de bunun cabası. Saat yaklaşmış olmasa, bir bahane bulup geri dönerdim herhalde.

Otobüsün numarasını görmemle karnımın guruldamasını duymam bir oluyor. Doğru ya ,en son ne zaman bir şey yedim! Tost yaptığı aşikar olan bir çay ocağı var şimdi burada. Oraya giriyorum.

“Hocam bana bir karışık!”

Seçimi karışıktan yana yaptım. Kaşarlı söylesem biliyorum ki ekmek yiyeceğim sadece. Kafamdaki olumsuzluklara bir yenisi eklensin istemedim.

İçeri girerken almayı unuttu beni. Sucuk kokusunu takip etsem sanki bulabilirim. Kırık tekerleğim ve yetersiz isteğim bana engel oluyor. Hem sürekli ben gitmiyor muyum onun peşinden. Biraz farkım olsun istiyorum. Eşyalarını taşıyorum bir kere. Bensiz bir yere gitmesi zor olurdu.

Kendi kendime kavga ederken elinde tostla dışarı çıkıp doğru bana geldi. Göz teması kurmadan tostu yedi sadece. Gözlerini kısıp uzağa baktı birini görmüş gibi. Birkaç adım ileri gitti sonra. Kendini doğrulamak istedi. Sonra daha yeni kavuşmamışız gibi hedefine doğru yürüdü. Ayaküstü selam verdi. Ne dediklerini duyamasam da, ağzını okumaya çalıştım. Birkaç cümle sonra kimle konuştuğunu anladım. Yıllar önce onun için ağlamamış gibi sevinçle konuşuyor şimdi onla. Ben yine arkadayım. Ondan uzaklaşmak istediğinde de bana atmıştı içindekileri. Biz gitmiştik. O kalmıştı.

Tüm gece uyuyamadım. Saatin ilerleyişini ve paralel olarak havanın renk değişimini izledim. Soluk verişime odaklandım sonra. Neye göre değiştiğini hesaplamaya çalıştım. Aynanın karşısına geçtim bir ara. Saçımın üst tabakasında kalan yıpranmış kısmı seyrettim. Masa lambasının yarattığı gölgeyle oyun oynadım. Çocukken daha çok hayvan figürü oluşturabildiğimi hatırladım. Odamdaki tabloları inceledim. Eskiyen fotoğrafları da. Fotoğraflar değil gerçi eskiyenler. Fotoğraf dediğin hep aynı kalıyor ama benim bakışımın aynı olmadığına yemin edebilirim.

Çocukken mahalle pazarından anneme yalvar yakar aldırdığım bir radyo var masamın üzerinde. Yorganımın altına geçiyorum bir şeyler dinlemek için. Anteni uzatıyorum ilk başta. Ses bir anda çok yüksek çıkıyor. Birilerini uyandırmaktan korkuyorum. O anda fark ediyorum aslında uyuyamamaktan pek hoşnut olduğumu. Gece bana kalmış. Hiçbir göz yok üzerimde. Pijamam rahatsız ediyor bir süre sonra. Neyi değiştirir ki çıplaklık. Yorganım ve radyomdan saklayacağım bir şey olduğunu sanmıyorum. Üstümü çıkarmaya yelteniyorum. Ama bu eylemi yarım bırakmak zorunda kalıyorum.

“Elaaa!”

Pijamamın sıyrılmış kısmını hemen asker nizamına sokuyorum yanlış bir şey yapmışım gibi. Efendim desem, seslensem de devamı gelmeyecek. Cevap vermiyorum. Evdeki boşluğa ne cevap verilir ki zaten.

Kapının önünde dün akşamdan beri hazır olan bavulum var. Çok severim bu bavulu. Alalı birkaç yıl olmasına rağmen yeni gözükür. Kırığı yok, söküğü yok. Ne kadar gitmek istersem o kadar gelir benle. Çok dinlemesem de sadakatli olmayı anlatır arada bana.

Evdeki boşluğa daha fazla tahammül edemeyip bir taksiye atlıyorum. Biraz sonra otogardayım. Yavaş yavaş iniyorum arabadan. Bavulumu da aynı naiflikle kaldırıp yere bırakıyorum.

Hava rüzgarlı bugün. Yağmurluğumun fermuarını çekerken birkaç saniyeliğine bavulumun elinden tutmayı bırakıyorum. Özgürlüğüne kavuşmuş gibi dengesi bozuluyor. Fermuara bakmayı kesip kafamı kaldırdığımda biri bana doğru yürüyor.

Gözlerimi kısıyorum. Rüzgara bağlamak isterdim bu kısışı ama asıl nedeninin emin olmaya çalışmak olduğunu biliyorum. Gözlerimiz birbirini arıyor. Buluyorlar da. Ayakkabılarımızın uçları çok yakın artık. Ağzını açmasını bekliyorum. Sadece bir söz.

“Ela?”

Bu sefer boşluk değil karşımdaki. Yine de efendim diyemem. Benim de soru sormam gerekir. İsminin ardına tonlarca anlam yüklediğimi bilsin istiyorum. Aslında bu buluşmayı kafamda birçok kez döndürdüğümü, şu an olabilecek tüm ihtimallerin üzerinden en az bir kez geçtiğimi bilsin.

“Şafak?”

Yüzünü inceliyorum şimdi. Değişen her detayı bilmek istiyorum. Başkaları için mi kısalttın bu saçını? Kokun da değişmiş. Çok severdim o parfümü, keşke öyle bıraksaydın. Sakal sevmezdin eskiden. Yine de tanımakta zorlanmadım seni.

Yüzünü incelemem bittiğinde ellerine bakıyorum. Bir şey görmek istiyorum sadece. Gideceğini bildiren bir şeyi. Bir el çantası ya da bavul fark etmez. Elleri boş. Konuşmaya devam ediyor. Ben o anda arkasında duran çocuğa bakıyorum. Çocuk annesinin elini çekiştiriyor. İşaret parmağının hedef olarak gösterdiği yerde pamuk şeker satıcısı var. Mavi veya pembe. Mavi pamuk şeker bana ne kadar uzak bir kavram diye düşünüyorum. Odağım tekrar Şafak’a dönüyor.

Eskiden olsa gözlerini içine bakarak dinlerdim. Hatta uyuyamadığım gece nasıl takip ettiysem havanın renk geçişlerini, o şekilde takip ederdim gözlerini. Şu an her şey farklı. Onda bir mahcubiyet var. Konuşma zorunluluğu hissediyor kendinde. Ben ise dinlemeye muhtacım. İsteğimi arıyorum. Bulamadığımda ihanet etmişim gibi suçluyorum kendimi.

Rüzgar ihanetimi onaylarmış gibi şiddetini arttırıyor, inliyor adeta. Şafak susuyor. Birbirimize bakıyoruz. Yüzünde bir şeyi unutmuş bir insanın ifadesi var. Ani bir hareketle arkasına dönüp koşuyor. İleride bavuluyla buluştuğunu görüyorum. Çirkin, eski bir bavul. İçinde çok şey olamaz.

Ela’ya anlatmak istediğim çoğu şeyi unutup sadece yüzüne odaklandığımda bavulumu hatırlıyorum. Bir şey demeden koşuyorum sadece geldiğim yöne doğru. Bavulum beni olduğu yerde bekliyor. Sanki Ela’ya bakamayacağımı bildiğinden kendini bilerek geride bırakmış, benim onu ne zaman fark edeceğimi bekliyormuş gibi.

Ellerimiz kavuştuğunda bavulumla, bir kez daha dönüp Ela’ya bakıyorum. Arkasını dönmüş otobüsünün basamaklarını çıkıyor. Yeni fark ediyorum saçlarının uzadığını. Halbuki ne kadar severdim çenesinde biten kızıllarını. Otobüsün içinde yerini buluşunu izliyorum. Cam kenarına oturması ne büyük şans. Kafasını bana doğru çeviriyor. Vedalaşmamamız çok da bir şey ifade etmiyor demek ki.

Muavinin bir şeylere isyan eder gibi yaptığı son çağrı beni uyandırıyor. Otobüsüme biniyorum. Sesinde yıllardır içilmiş sigara tokluğu var. Sigaradan son nefesini çekip vakit kaybetmeden otobüse biniyor. Otobüsün içine yayılan koku midemi bulandırıyor. Camdan dışarı bakıyorum. Ela’nın otobüsü hareket etmiş. Plakasını görebiliyorum şimdi sadece. Nereye gidiyorsun? Sana sormayı unuttum. Sen de bana sormadın zaten.

Yanımdaki koltuk boş. Hiç dolmamasını umut ederek kafamı cama yaslıyorum. Gözlerim kapanıyor. Karanlıkta gördüğüm ilk şey, Ela.

38 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Ayin 1

Comments


© Copyright
bottom of page