Marilyn Monroe... Güzelliğin sembolü... Duvarları süsleyen hoş bir tablo
muydu sadece? Mesela nasıl biriydi? Hassas ruhlu ya da sert mizaçlı? Bu soruların
cevaplarıyla kimsenin ilgilenmediğinin farkındayım. Ama Marilyn Monroe bir heykel
değildi sonuçta bir ruhu vardı. Marilyn Monroe aslında ortaya çıkan kapitalist sistemin
bir gerekliliğiydi. Güzelliği belirli kalıplara sokmak, onu pazarlanabilir yapmak
gerekiyordu. Bu yüzden aslında sarı saçlı bile olmayan Marilyn Monroe sapsarı
saçları, kıpkırmızı ruju, sürekli uçuşan eteğiyle güzelliğin somutlaşmış hali oldu.
Marilyn Monroe hiç yaşlanmadı. Hep duvarlarımıza astığımız resimlerindeki gibi genç
ve güzel kaldı. Çünkü genç yaşında öldü. Ancak bazen düşünüyorum, o ideal kadın
görüntüsünün altında gerçekten mutlu biri mi vardı? Marilyn Monroe’nın yakınları
onun psikolojik yardım aldığını ve hayatının sonlarına doğru delirdiğini
düşündüklerini söylerler. Bir söylentiye göre Marilyn Monroe o dönemde Amerikan
Başkanı Kennedy ile ilişki yaşıyormuş. Devletin sırlarını ortaya dökmesinden
çekinildiği için bir FBI ajanı tarafından her adımı takip ediliyormuş. Evinde ses
dinleme cihazı bile varmış ve bu FBI ajanının öldükten sonra açığa çıkan notlarında
ölürken Marilyn Monroe’yı dinlediğini öğreniyoruz. Marilyn Monroe’nın son sözü
‘Yeter artık, ben bir et yığını değilim’miş.
Marilyn Monroe’nın cesedi çırılçıplak bulunmuş. Bütün kadınsılığı ortaya
serilmiş bir ceset. Belki de Marilyn Monroe hep böyle bir hayat yaşadı. Sadece artık
bedeni kokuştuğu ve çürüdüğü için cazibesi gitmişti. Peki kapitalist sistem Marilyn Monroe’yı kullandı mı? Marilyn Monroe’nın zaten travmatik bir çocukluğu olmuş. En azından bir süre kendisine yöneltilen hayran bakışlar onu mutlu da etmiştir. Ama mesela o meşhur fotoğraf. Marilyn Monroe’nın uçuşan eteğini tuttuğu beyaz elbiseli fotoğrafı. O gün bu pozu verdiği için kocasından şiddet görmüş. Tabi bu fotoğrafı evimizin duvarlarını süslemek için kullanırken neden ilgilenelim ki bu fotoğrafın Marilyn Monroe’ya yaşattığı acıyla? Ben Marilyn Monroe’nın mutlu biri olduğunu düşünmüyorum. Peki öyleyse tüm bu güzellik
standartlarını karşıladığımızda bize vaat edilen arzulanan, hayran olunan, mutlu kadın
olma ideali bir sanrıdan mı ibaret? Tüm bu söylemlerimden çirkinliğe öykündüğüm
düşünülmesin. Çirkinliğin lanetinin farkındayım. Çirkinlerin şanslı olduğunu sananlar
çirkin olmanın anlamını bilmeyenlerdir. Bunun için edebiyatta çirkinliğe atfedilmiş bir
kitap bile var. Notre Dame’ın Kamburu. Her ne kadar çekilen filmleri yüce duyguları
ayağa kaldırmaya çalışsa da aslında Quasimodo hiç sevilmedi. Hatta taptığı insanların
gözünde bile bir köpekten farksızdı. Quosimodo çok çirkin olduğu için lanetli sanılan
ancak şeytandan olabileceği düşünülen Notre Dame Kilisesi’nin kamburuydu. Eli yüzü
her şeyi şekilsizdi. Sanki evrimi tamamlanmamış bir yaratık gibiydi ve insanlar ondan
iğreniyor, tiksintiyle bakıyordu. Hatta başlarına gelen belaların müsebbibi olarak onu
görüyorlardı. Oysa Quasimodo insanlarla onlara kötülük yapacak kadar bile temas
kuramıyordu. Peki Quasimodo iyi biri miydi? Sanmam. İnsani değerleri yoktu. Gerçi
olanlarda çirkin olduğu için kolayca aşağılayabiliyordu Quasimodo’yu. Benim sorunum
güzellikle ilgili değil. Kabul etmeseler de güzel insanlar sadece güzel oldukları için
birçok ayrıcalık görüyor. Üstelik güzellik onlar için sonradan kazanılmış, emek
harcanmış bir yeti de değil. Benim sorunum kadınların bir figüre indirgenmesi,
metalaştırılmasıyla. Kadınlar topuklarını giyip, makyaj yapıp, güzel elbiseler giymeli
taş bebekler gibi. Ama tüm bu görünüşe verilen özen ruhumuzdaki canlılığı
öldürmüyor mu? Bir hediye paketi gibi olmanın anlamı ne? Bizden beklenen
davranışları gösterip, bizden beklenildiği gibi görünürsek ne kadarı biz oluruz? Şahsen
ben çok denk geldim böyle kadınlara. Yaptıkları makyajı bir kostüm gibi benimseyip
bu role giren. Hatta zaman içinde girdikleri role dönüşen. Ama kadınları seri üretim
gibi tek tip yapmanın anlamı ne? Hepimiz farklılıklarımızla güzel değil miyiz? Hem
neden gizleyelim ki insani doğamızı? Neden kadınlarla bu kadar uğraşıyorlar? Neden
ellerini çekmiyorlar kadınların üzerinden?
Ben söyleyeyim. Tüm bunlar kadınların içini boşaltmak için. Kadınları bir ev
hanımı, anne, seks objesine indirgemek için. Çünkü biz başarılı erkeğin arkasındaki
kadınız. Bize verilen rol bu. Ben Marie Curie’yi Marlyn Monroe’ya tercih ederim.
Çünkü ben sadece kadınlar için olan bu güzellik takıntısını saçma buluyorum. Ev
işleri, süslenmek, annelik yapmak kadınları meşgul etmenin, onları önlerinden
çekmenin bir yolu. Çünkü tüm bu sistemi erkekler kurdu ve fazlasıyla kendilerine
ayrıcalık tanıdılar. Kadınları da feodal sistemlerdeki kölelere benzettiler. Çünkü efendi
olmalarının yolu buydu. Bırakalım zayıf insanların kendilerini tatmin etme aracı
olmayı. Bir kadının kendinden başka kimseye ihtiyacı olmadığını gösterelim. Kurban
rolüne giren zavallı kadınlara benzemek yerine kendisine dayatılan tabuları yıkan
güçlü kadınlardan olalım. Kurban rolünü yeterince oynadık bence. O yüzden gerçek
potansiyelimizi gösterelim artık.
Komentar