Koridordan geçerken yakın zamana kadar krem beyazı olan duvara tutunmuş bakır çerçeveli fotoğrafa gözü takıldı. Birkaç adım geri geldi emin olabilmek için. Gövdesini ileri sürerek iyice yaklaştı tozdan kavrulmuş portreye. Gördüğü kişiyi tanıdığına emindi. Yıllarca, sabah kalktığında “günaydın” demişti ona. Okuldan eve döndüğünde heyecanla o günü anlatacağı kişi yine o olmuştu. İlk aşık olduğunda suçlu bir tavırla itiraf etmişti aşkını. İlk kalp kırıklığında hiçbir şey demeden saatlerce oturmuştu onun yanında. Fotoğraftaki kişiye yüklediği anlam vücudundaki tüm kaslara geri çekil emri vermiş gibi titredi. Birkaç saniye süren bağ, ipi kopmuş bir kolyenin boncukları gibi yere dağıldı. Biliyordu ki, fotoğrafta gördüğü çehreyi tanıması kendini yok sayması demekti. Yürümeye kaldığı yerden devam etti. Sağında kalan mutfaktan eskiden olduğu gibi kızarmış ekmek kokusu gelmesini bekledi yine. Sonra beklentisine kızdı. Var olmaktan yorulduğu eve döndüğünde yaşadığı özlem içini sıktı. Gitmek için tüm çırpınışları gözüne çocukça geldi hatta bir süre. Bir ses duyduğunu düşündü ama duyup duyabileceği tek şey ayak sesleriydi. Dış kapıyı sol kolunun dirseğiyle iterek açtı. Kapının kolundaki toz bir çeşit mide bulantısı vermişti ona. Dirseğini feda etmeyi seçti. Dışarıdaki hava boğazındaki düğümle boğuştu. Eylül ayının son günleri… Güneş, samimiyetini kaybetmiş bir dost gibi. Isıtmadığı bilindiği halde verdiği alışılmış histen vazgeçemediğin bir dost.
Yanında beliren gölgenin farkına varması çok uzun sürmedi. Konuşmak isteyen bir gölge. Gölgelerin ne zamandan beri düşünceleri olduğunu düşündü. Sağa doğru döndü. Gölgenin yüzü olabildiğince kırışık, kulakları duyamamaktan korkar gibi dışarıda, ağzı bir şey demek üzere bekliyor. Bir isim çıkıyor ağzından ama anlaşılması güç. Tanıdık bir isim. Üzerinde biraz düşünülse bir şeyler ifade edebilecek bir isim. Gölgeyle aralarında bir bağ oluşuyor. Belli ki bu isim yüzünden. Parmak uçlarının uyuştuğunu hissediyor o anda. Daha önce hissedilmemiş bir his gibi değil. Bizzat ne olduğuna emin olduğu bir his. Öfke.
…
Dışarı çıktığımda tek isteğim bir süre anıların boğuculuğundan kurtulmaktı. Gözlerimi ayaklarımın altında kalan betona diktim. Betonun üzerindeki girinti çıkıntılar birbirleriyle yarış içinde gibi. Belki de kızgınlardır bana. Gözlerini üzerimde hissediyorum hepsinin. Bana yanıma yaklaşan şeyi haber veriyorlar. Gölge. Sen geldin demek. İçeride karşılaştığımızda gözlerini kaçırmamış mıydın benden? Sitem etmiştin hatta yıllarca süren yokluğuma. Daha sık gelseydim de mutfaktan gelen kızarmış ekmek kokusunu duymama izin vereceğini sanmıyorum. Sen uzun süredir kızgınsın ya bana, Tanrı biliyor. Bahane arıyorsun artık beni içeri almamak için.
…
En az altı aydır tozunun alınmadığını düşündüğüm abajurda parmaklarımı gezdiriyorum. Toz tabakasının parmağımla bütünleşmesinin üstüne abajurun gerçek yüzü çıkıyor ortaya. Beni gördüğüne mesut aslında ama söylemek zorunda kalacağı şeylerden korkuyor o da. Diğer eşyaların öfkesinden etkilenmiş, dediğine göre benimle bir problemi yokmuş. Abajurun sözlerine güvenmiyorum. Saatin kaç olduğunu sorduğumda cevaplayamıyor bile. Bulmam lazım. Bilmem lazım zamanın benle oynadığı oyunları. Şifonyerin önündeyim şimdi. Aramızda kendimi güvene almak için koyduğum bir boşluk var. Üzerinde siyah boyası aşınmış bir çalar saat. 11.07’yi gösteriyor. Saate olan güvenimi de kaybediyorum. Gözlerim saatin arkasında kalan duvarda şimdi. Yukarı doğru ilerletiyorum gözlerimi. Girintileri takip edecek şekilde. Aynı bakır çerçeveye takılıyor gözüm. Fotoğraftakini kendime benzetiyorum. Kendime duyduğum öfkeyi tanıyorum. Zemin ayaklarımın altında kayıyor. Tutunmaya çalıştığım duvar sallanıyor. Fotoğraftaki kişi bana hiç iyi bakmıyor şimdi. Koridordan geçiyorum yine. Bu kokuyu sen de alıyor musun? Kızarmış ekmek. Belli ki affetmiş beni diye düşünüyorum. Başımın dönmesini durdurmak çok zor. Kapı kolu temizlenmiş. Tozlu değil artık. Tüm parmaklarımla kavrayıp açıyorum bu sefer. Birkaç adım sonra ensemden yukarı uzanan güneş önüme bir karaltı bırakıyor. Buldum seni. Benim gölgem. Karanlık olması beni üzmüyor. Var olduğumu ispatlıyor ya. Önemli olan o.
Comments