Hatırlayabildiğim en eski duygusal deneyimler – bir çırpıda aklımda belirenler:
…
Dedemin ölümü ya da babamın ağlaması.
– Epey bir süre ikisi neredeyse aynı anlama geldi benim için. Hala daha birçok noktada aynıdırlar. Babaannemin, annemin, halamın, diğer kadınların ağladığını görmek olağandışı bir deneyim değildi, babamın ağlaması beni korkutmuştu.
(zamanın içinde, bugünden uzaklaştıkça özellikle, ben dediğim –
öteki. diyelim ki çocukluğumu, yedi yaşımı, o günlerin bir kalıntısını
anımsıyorum, bunu o anda kendim olarak yapıyorum, ama anımsadığım -
bir öteki, garip-sevecen bir çocuk, onu bir ikinci kişi olarak görüyorum.
geceleyin uykuya daldığında karanlığa karışan, her sabah güneşle bir
yeniden doğan kardeşler dizisi – güneş olmasaydı, bir yıldız gecesi
olurdu.)
Telaşla köye gittik; neler olduğunu ilk anda kesinlikle bilmiyor, anlayamıyor ve hiçbir
fikir yürütemiyordum. Babamı ağlarken görmek beni alt üst etmişti(belli ki o zamanlar
ağlamanın bir zayıflık belirtisi olduğunu düşünüyordum ve kadınlar zayıf olabilirdi ama babam
olamazdı – bu korkunç bir şeydi), sağ bileği sargılıydı ve babaannem evin içinde, kapıdan
girildiğinde sol-uzak köşeye oturmuş, baygın bir ifadeyle ağlıyordu – bu görüntü babaannemi
mezara koyarken gözümde tekrar tekrar canlandı. Etrafında kadınlar koltuklara, yere dizilmiş
oturuyordu, orta yerde beyaz bir örtü, elleri ayakları bitişik sırt üstü yatan bir insanı andırıyordu. Üzerinde, içinde insan olsa karnına gelecek yerde, büyük bir bıçak duruyordu – bu bıçaklara kurban bıçağı derdi babaannem.
Bu beyaz örtünün bir ucundan dedemin yüzünü gördüm; beni dışarı çıkardılar, tek tük
konuşmalar duyuyordum; “Sabah, gün doğarken olmuş…”, “Astımı vardı,” deniyordu, birileri
O’nu hemen hastaneye götürmüş, ama “ben arabaya bindirirlerken gördüm; başı düşmüştü, ağzı açıktı…” Şimdi düşünüyorum, normal zamanlarda daha küçük felaketler de meydana gelmiştir mutlaka, ama bunlar benim yaşımdaki bir çocuktan özenle gizlenmiş, benden uzaklaştırılmıştır. Ancak dedemin, babamın babasının ölmesi, onları bu tarz özenli davranışları göremeyecek kadar kör etmişti belli ki. Onları ilk kez bu halde görüyordum ve gördüğüm şeyin ne olduğunu bilmiyordum. Bir insanın ölmesi benim için tanımlanmamış bir şeydi. Kaybolmuş gibiydim; tanımadığım bir sokakta, tanımadığım bir evde ve tuhaf, yabancı insanlar arasında gibiydim. “Gün doğarken dışarıda, kapının önündeki sedirde ölmüş.” “Geceden içinde bir sıkıntı varmış.” “Sabah ezanından sonra dışarı çıkmış.”
(baykuş denen kuştan korkardım eskileri
dünyanın iki boyutlu olduğu zamanlarda
köyümüzün yolları topraktandı
bir erik düşse delik cebimden
seneidevriyesinde ağaç olurdu
zaman henüz icat olunmamışken)
Birkaç gün ortalıkta dolaştım. Bir akşam evin avlusunda epey insan vardı, avlu duvarına
tırmandığımı hatırlıyorum, birisi beni oradan indirene dek o hareketliliği izlemiştim. Aynı gece
tuvalette ağladım. Yine o günlerde elimde maytap patladı, avcumun derisi su toplamış gibi
kabarıp koptu. Annemle babam beni ilçede hastaneye götürdüler. Dönüşte sandviç aldık. Bu
onlara iyi geldi sanırım.
(günlerce ortalıkta dolaştı. ölümün kazdığı çukurda oyunlar
oynadı. o akşam ev epey kalabalıktı; kadınlar evin içinde, erkekler
avluda; kadınların elleri göğüslerinde, erkeklerin elleri dizlerinin
arasında; yemek yeniliyor ve tanrı anılıyor – avludaki erik ağacı,
akşam sefaları, mermer eşik ve toprak kokan serinlik. gece
tuvalette ağladı: gördüğünü taklit ediyordu // bilinmezliğe
dokunmuştu // annesi onu unutmuştu // bir daha yaz olmayacaktı.
elinde maytap patladı. önce hiç acımadı, derisi bembeyaz oldu,
sonra yandı. apar topar hastaneye götürdük, “ner’den buldun
onu”. acıkmış. meyve suyu da vereyim mi abi? ne zaman
dönelim… dönelim artık, yine geliriz. sevim’i gördün mü nasıl
zayıflamış…)
Comentários