top of page
Ara
Ali Haydar Rahbay

Çölü Geçtin

Sen dersin ki ne kadar yesem de gitmiyor bu fakirliğin kokusu

İki katlı dairenin duvarlarında ekşi çökelek kokusu

Ağzında çürümüş dişinin kokusu

Semtin değişmiş ama tuvaletinde eski varoş mahallenin kokusu

Giysilerin, kıyafetlerin değişmiş olmuyor fakat üstüne ütüsü bozulmuş

Dokusu batıyor etine

Yakın çağın filozofları anlatıyor insanın yaratmadığı sınıfları

Bu namlu ağzında yaşanılan düzende

Çerezinde kajun olsun, sebze yemeğinde dahi etin olsun istiyorsun

Bu p*çler zengin ise ben daha zengin

Bu p*çler kötüyse ben iki kat kötü olacağım diyorsun ve oluyorsun da

Altında biraz eskimiş araban var ama olsun ülke kötü durumda şimdi satsan aldığının iki katı eder

Üstünde kendi adında apartmanın var

Ama barbekünün ne olduğunu bilmiyorsun.

Ağzında geldiğin dibin kelimeleri ve tınısı

Bir beyefendiden vasat kalır dil bilimindeki becerinin artısı

Utanmıyorsun da Hamlet’i bilmiyorsun

Dilinde pörsümüş, dağların aslanı Dadaloğlu,

Hep bir isyan sevdan var neden

Neden Nazım’dan, Hasan’dan, Hüseyin’den ve Ali’den bahsediyorsun

Şairler divanının başına neden hep bir isyancıyı koyuyorsun

Bu isyan, yaşamadığın gençliğinden kalma mı

Yiten gençliğini bir çekiç sesinden aldın mı

Kayıpların çok, kızışlarının bir nedeni ve zamanı yok,

Sessizlik asil bir duruştur, ölüm de bundan karizmasını korumuştur

Senin susuşların bile sesli ve dudakların tamahkar

Sözcüklerinin sahibi yok, zincirli havada özgür yavrucaklar

Bostancı iskelesinde sevgiliyi bekleyen bir gencin sabırsızlığıyla bekliyor cümlenin bitmesini

O çok sevdiğin dinleyiciler

Yemeğin var sus işte, rakı var iç işte, sonra tatlı ardından meyvesi gelecek ye işte

Sen de biliyorsun bunların hepsi bir dinlemenin mükafatları

Çek önlerinden masayı, kalmayacak bir tutam sabırları

Fakirsen sus işte, zenginsen kaldır burnunu hırlayıp gürle işte

Onca evin var, sana para ödeyen insanlar var,

Kurdun dünyanın içinde bir dünya,

Senin ekvatorun, bizim ekvatorumuza dik, senin dünyan tersine dönen dünya

Ulusal saatin çarklarına benziyor bu terslik, bu benzerlik

Kızılmaz ki bu faniliğe, bu sessizliğe, bu hiçliğe

Kendi dünyanda hükümdarlık, bir ömürlük hapsolmadır

Bil bunları da isteme ne hükümdarlık ne de padişahlık


Çıngıraklı diller sarmıştı ülkeyi, halk yoksuldu,

Lokmalar küçük, yakarışlar boldu

İnsan nüfusu artmış, yaşamsız canlılardan kanser kistler oluşmuştu

Bir fare doğurganlığıyla üredi ne nefes alan ne de aldıran canlılar

Brehct’in tahterevallisinde üstte oturanlar, Caliban kılıklılar, her çağın kimliksiz kişilikleri

Sen değilsin ki öyle, şairlerin sözcükleri var zihninde,

Aşk eskimemiş göğsünde, fakat hayat yormuş

Para, kurutmuş. Yoksa senden akardı bir zamanlar masumluğun pınarı,

İçtim içtim doymadım, kustururlarken hiç senden hesap sormadım.

Sana vereceğim bir anne kucağı bir gençlik aşkı yok.

“Sessizlik içinde, sev beni. Kırlangıçlar göçerken öp beni,

Ben milyonlarca evrenin içinde sensizlik diyarlarında yaşarsam cezalandırılırım

Aşk aynı anda küçük bir hasta oluştur, sen hastaysan öp beni.”

Gençliğinden getirdim bu cümleleri,

Sarı saçlıydı, gözleri maviydi sana benziyordu,

Farklı rahimlerden doğma fakat sanki aynı ihtirasın ürünleri

Sonluydu sonlu olmasına ama samimiyet havuzunda yüzen kâğıttan bir gemiydi


“Oğlum, divanın kenarına minderler koydum

Uyu, düşersen de düş ama yumuşak tarafa düş”

Kaç masumluktan oluşur bir anne

Kaç keşkeden, kaç ahtan, kaç pişmanlıktan

Kaç bekleyiş ve özlemden

Kaç sevgi ve aşktan

Kaç çocuk sevgisinden

Paket paket, kucak dolusu alınmaz mı, bulunmaz mı

Bir bilene versek yaratılmaz mı

Yok olmak sonsuz bir gerçek,

Alışmak bir ömürlük bir gerçek,

Bu keskin yargılara bir sille vurulmaz mı

Bir çaresizlik esintisi, göz yaşı bohçası, yılgın duvarların kumdan kapısı, sessizliğin şarkısı

Bu kederli yazgıların bir yazanı yok mu,

Bu çekilen yokluğun bir çaresi yok mu

Kanun mudur bu yok oluşlar, bir davalık canı yok mu

Senin bu kızışların, bu çift katmanlı kuyudan gelir

Kaşların kalkar iner, vücut yer yer yerinde zıplar, dil ısırılır

Bir kavga vardır içinde, yüz gerilir gevşer, gerilir gevşer

Sessiz sessiz yerler fethedilir, siluetlerin gönüllerine senin yiğitliğin serpiştirilir

Bir ömürlük bir oyun,

Konusu bu kuyunun uğultusundan gelir.


Bir 30 yıl kıstırılmak, bir kapanda tutulmak ya da asker kaçağısın diyelim yaka paça savaşa alınmak

Yirmisinde gitsen ellisinde, kırkında gitsen yetmişinde, ellisinde gitsen şansın yok fakat belki ölüm döşeğinde doğduğun yere dönmek

Saçların ağarmış, vücudun belli o rahatlığın eksikliğini tatmış, sakallar o tutsaklıkta her gün jiletle alınmış, yüzün kararmış, kırışıklıkların artmış

Gittiğin gibi dönememek seni böyle mahzunlaştıran, sanki oyuncağın elinden alınmış

“Bir parça saygı sar oradan, 2 kilo sevgi ver oradan

Hesapla bakalım kaç ihanet borcumuz var, kaç kahpelik kalmış

Bensiz geçen yıllar çocuklarıma kaç sıkıntı katmış

Bol bol param var, katım var, yatım var

Hepsini bir kalemde ödeyeceğim, al sana çuval çuval para hadi şimdi siktir oradan

Şimdi hesap sorma zamanıdır, verdiklerimin karşılığında alınacaklar var

Masum suçlu fark etmez, bir kin var bir nefret var

Kamyon kamyon atıldı bunun tohumları, bereketli topraklarda yeşerdi, şimdi hasat zamanı

Orak verin elime, mahsul toprağa düşmeden kelle kopartma zamanı”

Bir ton öfke sattın mezatlarda

Alanı yok diye alındın, gizliden gizliye hep sen aldın

Bu sonsuz bir devinim mi sonu gelecek mi

Bu dikenli yaşanmışlığına kasımpatılar ekilecek mi

Dur diyorum sana bir kılıç darbesi sonun olacak

Evine hüzünlü baykuşlar konacak, çığlıklar avuntularda son bulacak

Toprak çatlatan sıcaklıkta, bir adımıyla karanfiller doğurtan adam

Kırık havaların sebebi, dünyanın soluk arka fonunun bir nedeni

Her şey bu kırgınlığına küs, sebepsiz dargınlıklar hep bundan

Balkonunda kaktüsler açar oldu, sandalyenin altında bahar polenleri

Sevgilin her gece süpürür korkma diye önünden geçen seneleri

Kanında var bu yılgınlık zehri, çocukların senin birer benzerlerin

Hepsi birer günahkâr, hepsi zaman içinde savruklar

Kök salmaktan çok asmalarda salınırlar

Onlar da senin gibi düşen yapraklarda kaybolan yeşili ararlar

Senden gelen buğudan gözleri görmez, yönleri bilmez, eller savruk, iskeletleri sudan çıkmış balık, daire daire, zikzaklar içinde bir çaresizlik peşinde yürürler yürürler yürürler....


Çölü geçtin portakal çiçekleri ektin, tuzlu sudan saçların döküldü Çamlıbel’in suyundan kana kana içtin, şimdi biliyorsun 5 ila 50 lira arasındaki farkı ve küfürle dürüstlüğün aynı şey olmadığını


Karın bir narin çiçek sen ise eksik olan dikeni

Şimdi törpüle kendini,

Güle kanacak, aldanacak aşklarla hayatımız çevrili

İpekten kumaşlar serili bastığın zemin

İpekten öpücükler yanağında dizili

Sevdiklerinin içinde ipek böcekleri

Her yer ipek, her yer ipek bulutlarla çevrili

Bitir bu öfkeyi, sırayla öp seni sevenleri

82 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Ayin 1

ความคิดเห็น


© Copyright
bottom of page